İrem ve Öykü'ye, "Yaz!" dediler diye :)
---
Bölüm 1
Ayakkabılarımı elime aldığımda, işlerin asla iyi gitmeyeceğini anlamıştım.
Üç kişinin oturabilmesi için tasarlanmış arka koltukları tamamen kaplayan ve bana zar zor yer bırakan tüllere baktım. Güneşli havada küçücük arabanın içi, Noel kartpostalları gibi bembeyaz olmuştu. Gelinlik asla kuyruklu ya da kabarık seçilmemeliydi.
Taksilere ve havaalanı tuvaletlerine sığmak istiyorsanız tabii...
Yorgunlukla koltuğa yaslandığımda, saçlarımın arasındaki onlarca firkete el ele tutuşup başıma saplandı. "Bir bu eksikti!" diye düşündüm. Bir tek siz yoktunuz kafamın içinde! Ayakkabılarımı binlerce dolara ve haftalarca provaya mal olan tül ve saten denizinin içine bırakıp ellerimi rast gele saçıma attım ve uzun tül duvağı tutturan küçük, sivri, siyah şeytanları ayıklamaya başladım.
Dikiz aynasından göz göze geldiğimiz şoför, merak ve acıma dolu bakışlarını kelimelere dökmeye karar vermiş gibiydi.
"Üzülme be abla, vardır bunda da bir hayır"
"Üzülmüyorum ki..." diye mırıldandım. "Telefonunuzu kullanabilir miyim?"
Adam hiç tereddüt etmeden vitesin arkasındaki boşluğa uzanıp eski model telefonunu aldı ve bana verdi. Ezbere bildiğim üç numara vardı, şu an arayabileceğim tek numarayı çevirip dinlemeye başladım. Paris'in en yetenekli ve en donuk suratlı manikürcüsünün buz gibi bir profesyonellikle şekillendirdiği tırnağımın köşesini dişlerimin arasında ezerek geçen beş tekdüze bekleme sesi. Ben düğünden kaçabiliyordum ama o zırıl zırıl çalan sesi duyamıyor muydu yani?
Telefonu kapatıp şoföre uzattım.
"Açmadılar mı?"
Yok, açtılar ama ben konuşmadım beyefendi. Derin bir nefes. Gereksiz sorulara tahammülümün en düşük seviyede olduğu bir gündü, adamın hiçbir suçunun olmadığını hatırlattım kendime ve "Açmadılar" dedim.
"Başka birini dene istersen abla"
"Teşekkürler, gelmek üzereyiz zaten"
Tanıdık parkın en sonundaki ağacı da geçince, bulunduğum yerden iyice emin oldum. Uzun zamandır -10 yıl, diye düzeltti zihnim hemen; 10 yıldır- aradığım o eve dönme hissine ilk defa yaklaştığımı hissediyordum. Burayı seviyordum. Bu sokağı, bu şehri...
Taksi sakin bir frenle apartmanın girişine uzanan merdivenin hemen önünde durdu.
Umarım Sarp sürprizimi sever, diye düşündüm; bugün kaç kişinin sürpriz yaşadığını sayamayacak kadar yorgun olduğuma sevinirken.
***
Asansör kabinlerini kim bu kadar dar yapmıştı ki sanki? Ayrıca, asansör kabininde aynaya ne gerek vardı?!
Yansımam filmlerdeki üzgün, perişan gelinlerden farklıydı. Bir kere ağlamaktan şişmiş gözler yoktu çünkü ağlamamıştım. Akmış bir makyaj da yoktu çünkü makyajım, haramiler düğünü basıp herkesi gözümün önünde katletseler ve bana aylarca işkence etseler bile, ben onu özel jellerle silmeden tek bir çizgisi dahi bozulmayacak kadar kalıcı malzemelerle yapılmıştı. İki saatlik seremoni için fazlaydı ama hayatımdaki her şey fazla olduğundan, bunu kabul etmek zor olmamıştı. Saçlarım karmakarışıktı. Kulaklarımdaki pırlanta küpelerden biri, saçlarımdan sarkan bir lüleye takılıp yer çekimine meydan okuyordu. Provalar boyunca o minik podyumun başında durup bana değil sadece tasarımına bakan modacı kadın, gelinliğimin şu hâlini görse kalp krizi geçirirdi muhtemelen. Ayakkabılarımsa... Ah.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nazende
Teen Fiction"Ayakkabılarımı elime aldığımda, işlerin asla iyi gitmeyeceğini anlamıştım."