*yazan kişinin minik(!) notu*
Merhaba! Nasılsınız? :)
İçiniz şişmedi mi? Benim üç bölümdür şişti çünkü. Bunalım yazdıkça oksijenim tükendi vallahi! Eğlenmek için yazıyordum, konu nerelere geldi. Kurgu bütünlüğü, akıl ve mantık ısrar kıyamet beni buralara sürüklese de tadımızın yeterince kaçtığını düşünüyorum.
"Biz" derken kendimi de hikayeye kattım, evet. Tanıdık psikolog varsa numarasını alabilihahahah tamam neyse.
Kısacası, ben bunu aldım, bu hâle getirdim.Mühim olan mutlu olmak bence. Kelebekli, balıklı, çiçekli, filan :) Umarım çok havada kalmaz. Ne yapalım, bu hikayeyi de böyle biri yazıyormuş... Kısmet :)
Bakalım kahramanlarımızın başına neler gelecek...
*yazan kişinin minik(!) notu*
----
"Camdan tabuttaki Prenses'e aşık olan Prens, 'Onu sarayıma götürmeme izin verin!' diye yalvarmış. Yedi cüceler Prens'in aşkına üzülmüşler ve ona izin vermişler."
Bölüm 32
Yakıcı bir acıyla inleyerek kıpırdandım.
"Bitmek üzere."
Bin bir zahmetle yukarı ittirdiğim göz kapaklarımın arasından sızan görüntü artık tanıdıktı. Hastane odası. Serum hortumu için koluma bakmama gerek bile yoktu bence. Acaba Sarp, evinde olduğu gibi hastanede de bana bir oda ayırmış mıdır? Ben olsam ayırırdım. Kendi evimden çok hastanede vakit geçirmeye başlamıştım.
Ayaklarımın altındaki acı, zihnimin kapaklarını da ittirdi. Ne olmuştu yine? Bu sefer hangi ülkede, hangi sebeple hastanedeydim?
Sarp ayak ucumda oturuyordu. O incecik bir gömlek giyip kollarını da katlamıştı ama ben çok üşüyordum. Yine mi bayılmıştım?
Doğrulmaya çalışırken acı yeniden yükseldi.
"Ne..." Üç yıldır konuşmamışım gibi çıkan sesimi, yutkunarak toparlamaya çalıştım. "Ne oluyor?"
"Camları temizliyorum" dedi Sarp ciddiyetle. Gözlerini işinden ayırmıyor, sesini yumuşatmıyordu. Beyaz eldivenleri, tabanlarıma tuttuğu beyaz ışık ve çok ciddi ifadesiyle filmlerden fırlamış gibiydi. Başımı arkamdaki yastığa bırakıp odanın sessizliğini dinledim. Kulaklarım hâlâ biraz uğulduyordu.
"Cam mı batmış?"
"Camın üstüne yürümüşsün."
"Yuh!"
Yok canım, yürümemişimdir! Kaşlarımı çatıp düşündüm. Sarp buradaydı, demek ki eve dönmüştüm. Zihnim karmakarışıktı.
"Bence de yuh." Elindeki cımbız gibi şeyin ucunu metal bir kaba yaklaştırdı. Kaba düşen minik parçanın gürültüsü tüm odaya yayıldı sanki. "Derin kesikler yok ama çok kesik var."
Elimi alnıma atıp düşündüm. En son Bolivya'daydım... Yok, Şili'ye geçtik sonra... Çatı, helikopter, alt üst olan bir mide, kurabiyeler...
Ah. Emir.
"Emir?" Neredeydi?
Midem bulanıyordu. Hatırlamaya çalıştıkça, anıların renkleri post-modern tablolar gibi iç içe giriyordu. Derya olsa oluşan bu resmin hangi ressamın tarzını yansıttığını bilirdi ama ben şu an kırık bir omurgayla sanat birikimimi taşıyamıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nazende
Teen Fiction"Ayakkabılarımı elime aldığımda, işlerin asla iyi gitmeyeceğini anlamıştım."