" Dağın eteklerine vardığında içini bir endişe kaplamış. Dağlar öylesine yüksekmiş ki başını kaldırıp baktığında gökyüzünü göremeyeceğini sanmış."
Bölüm 25
Şubat ayının cılız güneşi kış bahçesinin camından yüzüme vururken, gülümsedim.
"Şu Pantheon'daki fotoğrafta ne güzel gülmüşsünüz öyle Alin Hanım!" dedi Filiz iç çekerek.
Derya bacak bacak üstüne atıp bilmiş bir edayla güldü. "Emir çekmiş fotoğrafı belli ki."
"Sevgilimin görüşü de gözleri kadar güzledir, evet" diyerek Derya'nın imasını çevirdim.
Roma'daki tatilimiz bitmişti. Neden bitmişti? Turizm firmalarının tatilleri sürekli 'rüya gibi' kalıbıyla sunmalarını klişe bulurdum, bu tatile kadar.
Roma'ya ilk gidişim değildi ama Roma'yı ilk kez gördüğüme yemin edebilirdim.
Emir'in işi, ilk günün tamamını ve ikinci günün sabahını almıştı. İkinci günün akşamında, bir ödül töreniyle, projelerinin katıldığı yarışmanın kazananı oldukları açıklanmıştı. Biri için gurur duymayı hayal edebilirdim ancak biri için duyacağım gururun bir gün göğsümden taşıp tüm şehri kaplayabilecek kadar büyük ve yoğun olabileceğini asla tahmin etmezdim. Emir ekibin kalanıyla birlikte sahnedeyken, gülümserken ve gözleri bana takıldığında gülümsemesi mümkünmüş gibi daha da büyürken; hayatımın kalanında payıma düşen tüm iyi haber tanelerini Emir'in hayatına aktarıp sadece onun mutlu gururunu izleyebileceğimi düşündüm.
Kalan beş günse bize aitti. Bu beş gününü bir kavanoza saklasam ve kavanoza bir etiket yapıştırsam, etikete sadece 'tarifsiz' yazardım. Tarif edemiyordum. Emir'le beş gün, Emir'li beş gün, Emir'de beş gün... Doğru kalıbı bulamıyordum. Emir'in gözlerindeki yeni rengi anlatamıyordum. Tam olarak ne kadar mutlu olduğumu anlatamıyordum. Roma sokaklarının, gitmeyi çok sevdiğim yerlerin gözüme nasıl cennetten bir parça hâlinde göründüğünü anlayamıyordum. İçimdeki balığın tam olarak kaç tur attığını, Emir'in beni kaç kere öptüğünü, aşkla özdeşleşen o meşhur çeşmeye kaç kere teşekkür ettiğimi sayamıyordum.
Her sokaktan geçmeye çalışmış, her metrekarede bir anı yaratmıştık. Her an yan yanaydık. Emir'i tarihî yapıtlar ve sanat eserleri arasında görmek, paha biçilemezdi. Gezi planımızı az çok belirlemiştik ve her durağımızın hikayesini biliyordu. Bir kısmını önceden de duyduğum hikayeleri ondan dinlemek; en sevdiğim kitabın bizzat yazarının seslendirdiği bir kaydını dinlemekten bile keyifliydi!
Doğum günü için hazırladığım pikniğe giderken bahsettiği, o çok sevdiği dondurmacıya da gittik. Sanırım inanmakta en zorlandığım kısım buydu. Balıkla yaşamaya yeni yeni alıştığım dönemlerde ellerimi bile nereye koyacağımı bilemezken, Emir'i hayatımın merkezine koyuvermiştim. Yine de Emir'le olmayı hayal etmemiştim, net bir sahne yoktu yani aklımda. Emir içime bir balık olarak sızdığından beri zaten hep onunlaydım. Emir'le yaşamak ve Emir'le konuştuğumuz öylesine bir konuyu gerçekleştirmekse, hayal edebileceğimden çok daha ötedeydi. 'Öylesine' yoktu Emir'leyken. Masallar gerçekti, rüyalar gerçekti, mucizeler gerçekti ve hepsinden daha iyisi; Emir gerçekti.
Ve evet, Emir'in uçak korkusu da gerçekti. Özel uçakta sarsıntıyı daha fazla hissedeceği için ona sağlayabileceğim en geniş mahremiyet alanı, business class'taki tüm koltukları satın alıp perdenin ardında sadece ikimizin kalmasını sağlamaktı. Neyse ki öyle gergindi ki, koltukların boşluğunu sorgulamaya hâli kalmadı. Kalkıştaki hızla yüzündeki kanın çekilme hızının aynı olduğuna yemin edebilirdim. Havadaki süre boyunca müzikle kendini oyalayabilmişti ama türbülansta aklıma onu öpmek dışında hiçbir şey gelmedi. Eh, Emir'in onu toplum içinde böyle öpmeme itiraz etmediği hatta bundan memnun olduğu tek noktayı da bulmuştuk böylece...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nazende
Teen Fiction"Ayakkabılarımı elime aldığımda, işlerin asla iyi gitmeyeceğini anlamıştım."