*yazan kişinin minik(!) notu*
Merhaba! Nasılsınız? :)
Kapak elbette ki bana ait değil, teknoloji hakimiyetimi tartışsak bölümlerden bile uzun bir yazı olur burası ahahah... Neyse. Bu minnoş Alin ve balık Emir için gözlerimden çıkan kalplerin tamamı Öykü'ye aittir! Buraya kalp geldiğini hayal edin. Ben de getirirdim de, malum, hayal gücü önemli. Evet.
Öptüm!
*yazan kişinin minik(!) notu*
----
"Küçük ahtapot, ırmakta ağır ağır ilerlemeye başlamış. Daima yüzeyde bulunmaya özen gösteriyor ve ırmak kenarında bulunan ağaçları, çiçekleri, kuşları yakından inceleyip tanıyormuş. Günler birbiri ardına geçip gittikçe, ırmağın genişliği daralmaya, sular daha bir coşkun akmaya ve meyil artmaya başlamış. Küçük ahtapot, akıntıya karşı yüzdüğü için, her geçen gün biraz daha fazla zorlanıyormuş. Hani sıkıntıya katlanamayıp kendini bırakıverse hiç yorulmadan denize geri dönebilecekmiş ama bu onun yapamayacağı bir işmiş işte!"
Bölüm 34
Emir'in boynuma vuran ritmik nefeslerini mi daha çok seviyordum acaba yoksa Atlantis bulunana kadar oynasam bıkmayacağım saçlarını mı?
Yok, en çok gözlerini seviyordum bence ama şu an Emir boynumda huzurla uyuduğu için dünyanın en güzel göz kapakları, kainatı taşıyan iki maviliği örtüyordu.
Varlığını bile bilmediğim çatlaklarıma dolan kokusunu hayranlıkla içime çektim. Lacivert kanepede sarmaş dolaş uyumuştuk yine. Sırtımda, bu saçma yerlerde uyuma merakımız yüzünden oluşan sinir bozucu bir ağrı; üstümdeyse boylu boyunca uzanmış hâlde, varoluşun en büyük mucizesi, Emir vardı. Bir kolu belime sıkıca dolanmış, diğeri üstümden geçip koltuktan öylesine sarkmıştı. Nefes alışını göğsümde hissedebiliyordum ve o nefesi boynuma verip sinir sistemimdeki her bir nörona tek tek dokunuyordu.
Yanağımı güzel başına yaslayıp gülümsedim. Huzur öyle çoktu ki içimde balıkla birlikte sıkış tepiş olmuştu. Herhangi bir kumaş engelinin yokluğunu fırsat bilerek bir elimi sırtına kaydırıp balıklarda ve yıldız haritasında dolaştırdım. Dövmeleri göremiyordum ama onları bulmam için sırtını görmeme gerek yoktu. Parmak uçlarım sırtında kayarken hangi noktada omuzuna ulaşacağımı, hangi noktada kas yapısının bitip omurgasının başlayacağını bilmek muhteşemdi. Görme duyuma gerek yoktu, onu biliyordum. Biliyordum işte. Emir'i sevmek, evimde yürümek gibiydi. Varlığı baştan başa tanıdıktı, gözlerimi kapatsam da Emir'i yaşayabilirdim.
Elim sırtından ensesine geçtiğinde derin bir nefes alıp burnunu boynuma sürdü. Nefesinin düzenine bakılırsa uyanmamıştı ama benim sırtım ağrıdıysa bu pozisyonda onun da boynu tutulacaktı. Kaşlarımı çattım. Biraz şöyle kaysam...
Ay Emir de ne ağırdı canım!
Ağırlığının altında güçlükle kıpırdanmaya çalıştım. Boynu biraz daha dikleşirse daha rahat edecekti ama beyefendi boynuma yasladığı burnunu bir milim bile kıpırdatma niyetinde değildi belli ki. Koltuktan sarkan kolunu da belime sıkıca sardı, huysuz bir homurtu çıkarıp boynuma daha çok gömüldü ve derin bir nefes aldı.
"Uyandırdım mı?" dedim kısık bir sesle.
"I-ıh."
Boğuk itirazına küçük bir kahkaha attım. "Tutulacaksın böyle"
Önce boynuma büyük bir öpücük bıraktı, sonra minik minik öpücüklerle omuzuma kadar geldiğinde ardından güneşi içine çekmiş tuzlu deniz kokusu bıraktığına yemin edebilirdim. "Sana tutuldum, sayılır mı?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Nazende
Teen Fiction"Ayakkabılarımı elime aldığımda, işlerin asla iyi gitmeyeceğini anlamıştım."