5.Bölüm

17.9K 957 26
                                    

Merhaba canlarım,

Bölümü Nihalleylazeren'e ithaf ediyorum. Seviliyorsun tatlım. ❤

Keyifli okumalar dilerim.

******

Efran koşuyordu. Yirmi dört saattir sürekli aynı rutinleri tekrarlayan bir embesil gibi hissediyordu kendisini. Sürekli koşar, kaçar ve korkar hale gelmişti. Adım sesleri, yaprak hışırtılarına karışıyor, paniklemesine ve adımlarının dolaşmasına neden oluyordu. Giderken sessiz olan orman şimdi hareketlenmeye, her şeyin onu korkutmasına neden olacak kadar gözünde büyüyormuşçasına gölgeler oluşturmaya başlamıştı. Güneşin batmasıyla hava henüz kararmamış olsa da öten Baykuş'un sesi, birden içine düştüğü ve başrolünü üstlenmek zorunda kaldığı korku filminin henüz bitmediğini gösteriyordu.

Bahar çiçeklerinin kokusunun gitgide azalmasının, yaz mevsiminin geldiğine ve zamanının tükendiğine dair işaret olduğunu biliyordu. Ancak yine de Efran kendine verdiği sözü tutuyor, istediği olmadığı takdirde yazı bu köyde ölü yada diri geçirmeyeceğini ispatlıyordu. Muhtemelen yakalandığı anda kafasına sıkılan tek bir kurşunla ölüp gidecekti. Olur da öyle bir şey olursa acısız olmasını ümit etti. Belki bir mezarı bile olmayacaktı ama acı çekerek ölmek istemiyordu. Özellikle bir kaç saat kadar önce gördüğü adam gibi ölmek hiç istemiyordu. Bu düşünceler yavaşlamasına neden oldu. Bir kaç kez tökezlediğinde son anda kendini doğrultmayı başardı ve düşmekten kurtuldu. Fakat bu hatası arkasındaki adım seslerinin çok yakınına yaklaştığını hissettirdi. Zaten bir erkeğe göre yavaş koşuyor ve yaşadığı heyecandan kesik kesik nefes alıyordu.

Korkuyor muydu yoksa?

Oysa korkmadığını sanıyordu.

Elbisesinin izin verdiği kadar görünen teni artık yer yer değil artık tümüyle kandı. Nelere, nerelere çarptığını ne görüyor, ne de vücudundaki adrenalinden dolayı hissediyordu. Şu anda bu ufak sorundu onun için. Bir an önce başladığı işi bitirmeli ve hayatta kalmalıydı. Sık sık yutkunup boğazındaki kuruluğu gidermeye çalışırken birden karşısında gördüğü silüet kendisini ağır çekimde koşan biri gibi hissettirdi. Anlaşılan korku filmindeki diğer karakter iş başındaydı. Koşan adımları ilerideki silüete yaklaştıkça gördüğü beden netleşti ve aldığı nefes boğazına takılı kaldı. Yağmurdan kaçarken doluya tutulmuştu. Dev adamın elindeki küreği görüp ne yaptığını anlayınca gözleri iri iri açıldı ve arkasındaki Azrail'i düşünmeden ani fren yapar gibi durmaya çalıştı. Ağrıyan ve hissettiklerinin ağırlığından artık kontrol edemediği ayakları toprakta kaydı ve dengesini sağlayamadan durur durmaz kalçasının üzerine düştü. Ne oldu olduğunu anlayamadan elini kalbine götürdüğü sırada, gözü Dev adama kilitlendi ve aynı anda kafasına soğuk metal dayandı. Dev adamın ne renk olduğunu göremediği gözlerinin bir an kafasına yaslanan silaha çevrildiğini gördü. Çok kısa bir andı ve Efran onun nereye baktığından emin olamıyordu. Aksi olsa bile hiç bir şey fark etmeyeceğini biliyordu. Tıpkı sonunun farklı olmayacağını bildiği gibi... Çünkü arkasında ve önünde kendisini öldürmek isteyen iki ayrı adam vardı. Sonu gelmişti artık. Dev adam onu öldürmemişti ama sırrı açığa çıkmasın diye şu anda başkasının öldürmesine engel olmayacağı anlamına gelmiyordu.

Otuz kırk metre ilerisinde, kulübenin karşısında, kendisine göre sağında duran Dev adamı anlaşılan Yılmaz görmemişti. Umursamadı. Görse ne olurdu ki? Yılmaz'ın fikri sabitti. Değişmezdi! Değiştirecek olan birisi de yoktu ortada zaten. Dev adamın elindeki küreği kenara bırakıp arkasını döndüğünü görünce gözleri küreğin olduğu yere döndü. Ensesinde soluklanmaya çalışan Azrail'i belli ki konuşmak için dinlenmeye çalışıyordu. Efran ise sanki her gün mezar görüyormuş gibi gözleri yeni toprak atılmış yere hiç bir şey olmamış gibi bakıyordu. Muhtemelen öldürdüğü adamı gömmüştü. Gözlerini sıkı sıkı kapattı. Son nefesini verirken, en son göreceği bir mezar olması ironikti.

"Beklenen sona geldik ha Efran?" diyen Yılmaz'ın sesi onu düşüncelerinden arındırırken bu sefer korkutmamıştı. Kafasından ensesine inen silah bile tüylerini diken diken yapmamıştı. Yıllardır evde gözünün önünde olan silahların bir gün kendisine doğrultulduğuna inanamıyordu. Şu anda bulunduğu durumda en çok üzüldüğünün bu olduğunu biliyordu. Ailesi onu gözden çıkartmıştı. Üstünde saçma sapan bir rehavet vardı ve ilk defa panik yapmıyor, yapsa bile bu paniğin teyzesinden gizli saklı bir şey yapmanın paniğiyle uzaktan yakından alakası olmayacak kadar heyecan verici olmayacağını biliyordu.

"Sen, söz dinlemez asi bir kız değildin Efran!"

Yılmaz'ın sitemli sesindeki acıyı hissediyor ve bunu yapmak istemediğini biliyordu. Onu bu duruma getirdiği için bir parça pişmanlık belirdi içinde.

"Senden kötü hiç bir şey istemedik, kötü davranmadık. Seni köyün diğer kızlarından üstte tuttuk ve prenses gibi yaşamanı sağladık."

Efran duyduğu her sözle kalbindeki sızıya engel olamıyor ve orada bir yara açıldığını hissediyordu. Bunları o da biliyordu. Ancak kimin anlayışına göre prenses olduğunu kestiremiyordu. Yaşamı kötü değildi elbette fakat ailenin son isteği... İşte orada prenses yaşamı bitiyordu. Efran, Yılmaz'ın sözlerindeki acının yavaş yavaş azaldığını ve yerini yine öfkeye bıraktığını görüyor, bu öfkesinin şu anda yapmakta olduğu şeyin neden olduğunu da biliyordu. Kendisini öldürmek istemiyordu. Gözlerini hala açmamış, yere düştüğü pozisyonunu değiştirmemişti.

"Sen bizi bir avuç insana rezil ettin! Yediğin kaba pisledin Efran! Sen bize ihanet ettin."

Efran sakinleşmiş, sinirleri bile gevşemiş şekilde tüm vücudunu lastik gibi hissediyordu. Her an kendini yerde bulacağını bildiği için bedenini kontrol edemiyor sallanıp durduğunu hayal meyal görüyordu.

"Şimdi bende sana ihanet edeceğim Efran!"

Yılmaz'ın şu anda ki ruh halini o kadar iyi biliyordu ki, bu onun adına üzülmesine engel olamıyordu. Söyledikleri doğruydu. Ailesini rezil etmişti. Yine doğru söylüyordu ki Efran ilk defa ihaneti yaşatmıştı onlara. Gözlerini daha sıkı kapattı ve bir damla göz yaşı toprağa karışırken aynı anda asit olup kalbini yaktı.

Yılmaz'ın sinirli sesinden ilk defa korkmuyordu. Ya da kendini kandırıyor ve güçlü durmaya çalışıyordu. Oysa Efran ve güçlü kelimesi yan yana getirilemezdi. Olsa olsa ona polyana derlerdi. Aptal, sersem polyana! Her şeyin kendi isteği gibi güzel olacağını hayal ederek yanlış yapmış ve bu olanları hak etmişti belki de. Silah ensesinden çekildi ve kısa bir an yok olduğunda hızlı bir nefes çekti içine sonra o nefesini veremeden buz gibi metal alnında yerini aldı. Nefesini tuttu. Çenesinde gezinen el ile gözlerini açtı. Yılmaz iki parmağıyla başını kaldırdığında kahverengi gözlerlerle karşı karşıya geldi. O gözlerdeki ıstırabı net şekilde görünce yüreğindeki acı çoğaldı. Korkmadığını zannederken birden tüm bedenini bir ürperti sardı. Yılmaz'ın her zaman sevgi dolu gözlerinde ıstırap ve öfkenin hüküm sürdüğünü görmek onu üzdü.

"Yazık ettin güzelliğine Efran. Seni bu güzelliğinle birlikte toprak altına göndermek benim içinde zor ama sen! Sen bana başka çare bırakmadın," dediği anda silahı alnına daha sert bastırdı.

Efran'ın gözleri doldu ve Yılmaz'ın tetikteki eline dikkat kesildi. Yavaşça elini kaldırıp Yılmaz'ın eline dokundu. Bu temasla Yılmaz'ın bir an sarsıldığını gördü. Saliselik bir durumdu ve Efran elinin silahla sertçe itilmesi ile gözlerini kabullenmişlikle yere indirdi. Son kez nefesini içine çekti, acısız olmasını diledi ve aynı anda duyduğu silah sesi ile boğuk bir inleme aynı ana denk geldi. Sonra ağır çekimden de ağır bir şekilde yere düştü. Gözleri kararırken gördüğü acı içinde bakan Yılmaz'ın siluetiydi.

********

İnstagram - Nevra_Karatas

Facebook kapalı grup - Nevra Karataş Hikayeleri

Facebook - NevraMutlu Karataş

ATEŞTEN GÖKYÜZÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin