Ciğerlerimi yoracak kadar yoğun bir şekilde tanıdık gelen kokuyla derin nefesler alırken yattığım yerde yavaşça döndüm. İçinde bulunduğum bu tatlı uykunun sersemliğini daha fazla yaşayamadan başıma giren ve kaynağını henüz çözemediğim ağrı burnumun direğini sızlatırken acıyla inledim.
Yorganın altından çıktığı için buz gibi olan ayaklarımı huysuzca örtünün altına sokarken tamamen uyanmış olmanın verdiği gerekçeyle aralanan gözlerimi etrafta gezdirdim. Uyku sersemliğim yüzünden ilk birkaç dakika, bulunduğum bu yabancı ortamı algılayamamıştım ki, algılayamıyor oluşumun sebeninin uyku sersemliği değil de, gerçekten bilmediğim bir yerde oluşum olduğunun farkına varabilmiştim.
Endişeyle gözlerim kocaman açılırken yattığım yerden kalkmak için hamle yapacaktım ki, üzerimde kıyafete dair bir şeyin olmadığını görmemle geçirmek üzere olduğum şok daha da artmıştı. Ağzımdan kaçan korku nidaları eşliğinde üzerimde ki örtüyü bedenime sararak yataktan kendimi attım. Bu ani hareketim her ne kadar baş ağrımı arttırıp başımın dönmesine sebep olsa da, hiçbir şey yatağın çarşafında ki koca lekeyi görmeme engel olamazdı.
Kalbim korkuyla güm güm atarken ne diyeceğimi bilemez bir halde çarşafa bakıyordum. Bacaklarım inanılmaz bir şiddetle titrerken ağzımdan dökülenleri duymakta güçlük çekiyordum.
"Ne yaptım ben..."
Bedenimi saran örtüyü tutan ellerim yumruk halini alıp kaskatı kesilirken duyduğum titreşim sesiyle yerde duran kıyafetlerime döndüm. Panikle yere çöküp pantolonumu elime aldım ve cebinden çıkardığım telefonumun ekranına baktım.
~Shin Hae~
Ne yapacağımı bilemez halde kıpırdamadan telefonun ekranına bakıyordum ki aramayı daha fazla sürdüremeyen Shin Hae'nin dünden beri defalarca cevapsız çağrı bırakmış olduğunu gördüm.
Ağlamak üzereydim. Yaptığım haltlar yetmezmiş gibi kiminle yaptığımı ve dün neler olduğunu hatırlamıyordum. Bu ise beni daha fazla delirme raddesine itiyordu.
Derin ve titrek bir nefes verip yerden kalktım. Kıyafetlerimi çabucak üzerime geçirip telefonumu da alarak otel odasından çıktım. Saçlarım sabah yataktan kalktığımda ki hallerinde, dağılmış olduğundan mı yoksa bir sokak kedisi kadar ürkek davrandığımdan mıdır bilmiyorum ama yanından geçtiğim insanlardan en az birinin bana karşı olan garipser bakışları beni rahatsız ediyordu.
Kimseyi görmek istemeyerek, kimsenin de beni görmesini istemeyerek koşar adımlarla lobiye, oradan da otelin çıkışına ulaştığımda park halinde müşteri bekleyen taksilerden birine kendimi attım. Evin adresini verip arkama yaslandığım sırada elimde sıkı sıkıya tuttuğum telefon titreyerek irkilmeme sebep oldu. Yorgun bakışlarım ekrana döndüğünde Shin Hae'nin tekrar arıyor olduğunu gördüm. Ve bu kez de açmazsam iyice telaş yapıp polise kadar gidebilecek olmasından korkuyordum. Derin bir nefes alıp tereddütle telefonu açtım. Kulağıma götürdüğümde ise Shin Hae'nin hıçkırıkları arasından bağırmaya başlaması çok sürmemişti.
"Yah zilli! Neredesin?! İyi misin?! Ne oldu?!"
"Shin Hae, iyiyim ben, evdesin değil mi? Geliyorum şimdi."
Sesimi duyunca sanki ağlaması daha da artmıştı. "Neredeydin?! Ne kadar endişelendiğimden haberin var mı?! Bir şey oldu diye nasıl korktum bilemezsin. Tekrar kendine zarar verdiğini düşündüm ve senden cevap alamayınca delirmek üzereydim!"
Söylediği her kelimede dibine kadar haklıydı ve bu, kendime olan kızgınlığımı daha da arttırmıştı. Böyle bir aptallık yaptığım yetmezmiş gibi bir de arkadaşımı bu hale getirmek beni bir çıkmaza itiyordu. Daha fazla kendimi tutamadığımda gözümden akan yaşı elimin tersiyle silerken konuştum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Revenge | myg
FanfictionO yüzden şimdi ağla, ama daha sonrasında hep gül,,, hep." - Bu kitap Jonghyun'a ithaf edildi.