Kaybolmak. Hem bedenen hem de zihnin derinliklerinde kaybolmak. Ne kadar acıtabilirdi? Ne kadar korkutabilirdi? Ne kadar öldürücü olabilirdi?
Kaçmak. Sonunu bilmediğin derinliklere kaçmak kurtarabilir miydi? Çıkarabilir miydi aydınlığa? Yoksa daha da derinliklere mi götürürdü seni? Doğru olan neydi? Kaçarken kaybolmak mı yoksa sadece kaybolmak mı? Bilmiyordum.
Zihnimin bana sorduğu soruların cevabını bilmezken doğru ile yanlışı ayırt edemeyecek kadar acı çekiyordum karanlığın ortasında. Art arda aldığım sarsıntılarla beraber ruhumun yıkılışına şahit oluyordum. Yıkılmış duvarların arkasına gizleniyordum korkuyla ve kalbimin kül oluşunu izliyordum hiçbir şey yapmadan. Sadece izliyordum.
İzin veriyordum kül olmasına, durduramıyordum.
Her saniye alevler güçleniyordu, ruhum her saniye bitmek bilmeyen bir boşluğun içine düşüyordu. Tutmak istiyordum ama tutamıyordum, yerle bir olmaya devam ediyordum.
"Dalgın gözüküyorsun Hermione, bir sorunun mu var?" Düşünce selinden kurtulmama sebep olan sesin sahibine baktığımda karşımda Profesör Dumbledore duruyordu. Biçim değiştirme dersinde olduğum aklıma geldiğinde sersemce başımı bir sağa bir sola çevirdim. "Ben," sesimdeki tını huzursuzluğa davetiye çıkaran türdeydi. "İyiyim profesör," gülümseye çalıştım ama başarısızlık o anlığına bedenimi zehirli bir sarmaşık misali sardı. "Sadece gece uyuyamadım."
İnanmadı.
Sorgulayan bakışları üzerimde geziniyordu, ellerini masaya yerleştirdikten sonra eğildi. Bir şeyler diyeceğini anladım, "Ders çıkışı sınıfta kalsan iyi olur, Hermione."
Cevap vermektense başımı onaylarcasına sallamayı tercih ettim. Ellerini masadan çeken profesör, arkasını döndü ve her nerede kaldıysalar onunla ilgili konuşmaya devam etti. Yanımda duran Diana, önündeki kağıda bir şeyler yazmaya başladığı zaman bakışlarımı bir süre ondan ayıramadım. Kalemi bırakıp, kağıdı önüme ittiğinde notu okumakta zorlandım ama okumayı başardım, "Profesör ile konuştuktan sonra göle gel."
Geleceğimi bildiği için kağıdın üzerine cevap yazmakla uğraşmadım. Sadece önüme döndüm ve sınıfı izlemeye başladım. Dumbledore'un masası tam karşımda duruyordu. Üzerinde birkaç mum, eskimiş kitaplar ve kum saati duruyordu. Arkada bulunan tahtanın üzerinde bir şeyler yazıyordu lakin gözlerimdeki bulanıklık yüzünden okumakta güçlük çekiyordum.
İyi değildim, iyiliğe dair hiçbir şey yoktu üzerimde.
Dün akşamdan sonra iyice kaybolmuştum bilinmezlikte.
Tekrardan dalışlara geçmeden kendime gelmeme sebep olan kitaplarını toparlayan öğrencilerdi. Dumbledore dersi bitirdi, öğrencilerin çıkmasını beklerden masasının ardında bulunan sandalyeye oturdu. Herkes sınıftan çıktığı zaman arkamı döndüm ve kapının önündeki Tom Riddle'i gördüm. Bakışım kısa sürdü, önüme tekrar döndüğümde kapı kapandı ve Profesör Dumbledore ile baş başa kaldım.
"Seni dinliyorum Hermione," ellerini masasının üzerinde birleştirirken bütün dikkatini bana verdi. Bense dikkatimi ona veremiyordum. Kuracağım cümleler aklımda bir bir dağılıyordu. Toparlayamıyordum, toparlamak istedikçe sözlükler dört bir yana dağılmayı sürdürüyordu. "Hermione?" Uyarıcı ses yankılandı kulaklarımda. Eğdiğim başımı kaldırdığımda gözlüklerinin üzerinden beni süzen bir Dumbledore vardı. "Profesör," sesimdeki güçsüzlük bedenimle eş değer ölçüdeydi. "Kendinizi hiç kaybolmuş hissettiniz mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
zamanın ötesinde // tomione
Fanfiction2 Mayıs 1998 gecesi zamanın oyununa yenik düşmüştü Hermione ve ansızın gözlerini açtığında gece değildi, yanan bir Hogwarts yoktu. Yalnızca bir çift yeşil göz ve 1943 yılının karanlığı vardı. "The Wattys2018 Longlist" "The Wattys2018 ShortList" "Wa...