Zaman benimle dalga geçiyordu.
Zaman benimle kesinlikle dalga geçiyordu.
Kuleye gelene kadar zihnimde kurduğum cümlelerdi bunlar. Sinirlenmiştim, öfke kabarcıkları bir volkana dönüşmek üzere yola çıkmıştı fakat sakin kalmak için uğraşan zihnimi de kıramıyordum. Tablonun önüne geldiğimde derin bir nefes alıp verdikten sonra bir süre bekledim ve parolayı söyledikten sonra kendimi kahkahaların, neşeli sohbetlerin ortasında buldum. "Hermione, hadi gel," diye seslendi Alex. "Sohbet ediyoruz!" Gülümsedim ve merdivenlere doğru ilerledim. "Sonra katılırım, şuan işim var."
Hiç bir ısrarda bulunmadılar ve sohbetlerine kaldıkları yerden devam ettiler. Merdivenlerden çıktıktan sonra yatakhaneye girdim ve Zaman'ın dediği gibi çekmeceye yöneldim. Kalbim küt küt atmaya başlamıştı, bedenim bu sefer merak duygusunun serin sularına kapılmıştım. Çekmeceyi açtım ve karıştırdım. Yazdığım parşömenlerin dışında bir parça arıyordum ki bulmuştum o parçayı. "İşte!" Dedim heyecanla. Daha sonra bağırmış olmanın verdiği anlık sessizlikle etrafı kolaçan ettim, bana tuhaf tuhaf bakan cadılara gülümsedikten sonra önüme döndüm ve yatağıma oturarak malzemeleri okumaya başladım.
Okudukça umutsuzluk tarafından ele geçirildim.
Okudukça ormandaki büyücülere küfür ettim.
Okudukça.
"Hermione, neden boş bir parşömene bakıyorsun?" Yerimde zıpladım. Arkamı döndüğümdeyse Daniella'nın meraklı bakışları parşömende dolaşıyordu. "Ah," dedim gülümsemeden önce. "Dalmışım." Büyülü parşömeni komodinin üzerindeki kitabın arasına bıraktım ve ayağa kalktım ve Daniella'nın yatağına ilerlemesini izledim. "Sen ne yapıyorsun?" Yanına gitmek için henüz bir adım atmıştım ki beresini aldığını gördüm. "Jackson ile dışarı çıkacağız." Cevabını verdiğinde yanakları al al olmuştu. "Oh, pekala." Güldüm ve yatağıma bıraktım bedenimi. "Görüşürüz," utangaç tavrı yüzüne de yansımıştı. "Uyuma sakın!" Cevap vermek yerine elimi kaldırdım ve salladım. Daniella gittiğinde ise hala yatağıma uzanıyor ve malzemeleri düşünüyordum.
Bulmam gereken ama bulmanın kolay olmayacağı o malzemeler.
Ve bunları okuyacak olan Tom Riddle'ın tepkisini.
Derin bir iç çektim uzandığım yerden kalkmadan önce. Komodinin üzerindeki kitabı aldım ve çekmeceye bıraktıktan sonra aşağı indim. Diana ve Steve yan yana oturuyorlardı. Yanlarına gidip, selam verdikten sonra oturdum ve sohbetlerine ortak oldum. Zamanı böyle geçirecektim; sohbet ederek, dinleyerek ve düşünerek.
Zaman geçiyordu, her zaman olduğu gibi. Akşam yemeği vaktine oldukça az vardı ve ben bir süre sonra sohbetten sıkılarak yanlarından ayrılmıştım. Şuan gölün oradaydım, akşamın kızıllığını seyrediyordum. Gökyüzünün göle yansıyan o muhteşem rengine hayranlıkla bakıyordum.
Huzurlu hissediyordum bir nevi.
"Huzur önemli," dedi bir ses. "Huzurlu olmak çok önemlidir."
Alexandra Rosier.
"Evet," diyerek onayladım kurduğu cümleleri ve yanımda dikilen bedenini gizliden gizliye süzdüm. "Huzur mutlu eder." Derin bir iç çektim ve yalnız olup olmadığı konusundaki endişelerimi, sorularımı yok ettim zihnimde. O da, ben de sessizce göle bakmaya devam ettik. ''Neden konuşmuyorsun?'' Diye sorduğumda aramızdaki sessizliğe son verdim. "Bilmem." Omuzlarını silkti ve bedenini bana çevirdi, bense hala gölü izlemeye devam ediyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
zamanın ötesinde // tomione
Fanfiction2 Mayıs 1998 gecesi zamanın oyununa yenik düşmüştü Hermione ve ansızın gözlerini açtığında gece değildi, yanan bir Hogwarts yoktu. Yalnızca bir çift yeşil göz ve 1943 yılının karanlığı vardı. "The Wattys2018 Longlist" "The Wattys2018 ShortList" "Wa...