İyi olmasını istediğim bu gün, giderek tuhaf bir hal alıyordu ve buna engel olamıyordum.
Sorular gün yüzüne çıkıyordu mesela.
Sorunlarda gün yüzüne çıkıyordu aynı zamanda.
Omzumdaki yükler daha da ağırlaşırken sıraya doğru ilerledim yavaş yavaş ama ilerlerken gözlerime bir parşömen parçası takılıverdi. Benim sıramın üzerindeydi, tıpkı komodinin üzerinde bulduğum gibi. Gözlerimi bir saniye bile olsun üzerinden ayırmadan yeniden yürümeye başladım. Elimi ona doğru uzattığım da sabah ki parşömenden farklı olduğunu gördüm çünkü sabah çekmeceye yerleştirmeden önce buruşturmuş, öyle koymuştum kitabın üzerine. Karşımdaki parşömen ise yeniydi. Üzerinde en ufak bir kırışıklık yoktu ve bu da onu buraya her kim bıraktıysa dikkatli ve özenlice yerleştirdiğinin resmi kanıtıydı.
"Hey," titrek çıkmıştı sesim. "Bunu buraya kim bıraktı?" Elime aldığım parşömen parçasını okumadan sınıftakilere gösterdim. Önce bana sonra elime daha sonrada birbirlerine bakan öğrencilerden bir tanesi oturduğu sıranın üzerinden indi. "Bilmiyoruz," diye cevapladı sorumu. "En son Antonin geldi ve sen gelmeden dakikalar önce çıktı."
Gözlerimi devirdim ve parçayı kitabımın arasına sıkıştırdıktan sonra, "Teşekkür ederim." Dedim. Onlarda sohbetlerine kaldıkları yerden devam ederken içimden bir ses kuleye gitmemi ve çekmecenin içine yerleştirdiğim parşömeni alıp ikisini de karşılaştırmam konusunda uyarılarda bulundu ama onu dinlemedim ve yerime oturduktan sonra başımı sıraya koydum. Zihnimdeki parçaları birleştirmeye ihtiyacım vardı, o birbirine dolaşmış ipleri çözmem gerekiyordu çünkü çözmedikçe yeni bir olay biniyordu üstlerine böyle olunca da karmaşıklığın en ortasında bağdaş kurarak oturmuş, ellerimde bir takım parçalarla çaresizlik içinde buluyordum kendimi.
Antonin, planını değiştirmişti.
Tom, sinir krizi geçirmişti.
Ve iki parşömen parçası aklımı allak bullak etmişti.
Zaman yine kayıplara karışmıştı.
Ve iyileştirmem gereken bir geçit vardı.
Bütün bunlar zihnimde bir liste biçiminde sıralanmıştı ve hangisinden başlamam gerektiğini henüz bilmiyordum. Antonin'in oyunları beni korkutuyordu çünkü az kalsın beni ölümün kollarına teslim edecekti Dumbledore son anda yetişmeseydi. Zamanın Ötesi bir ortaya çıkıyor bir kayboluyordu. Tom Marvolo Riddle; vücudumu donduran, intikam almak istediğim ama her yeşil gözlerine baktığım zaman içimdeki kötü duyguları silen adam. Sessizliğine gömülmüştü yeniden, onunda planları vardı bilmediğim.
"Hermione?" Başımı kaldırdığım da Profesör Binns ile karşılaştım. "Profesör," dedim kitabımı önüme çekerken. O ise önümden süzüle süzüle masasına ilerledi ve sandalyesindeki yerini aldı. Hangi ara daldığımı hatırlamıyordum lakin herkes sınıfta uyukluyordu gözleri açık olsa bile. Sihir Tarihi dersi devam ederken Tom ve Antonin'in oturduğu sıraya kaydı gözlerim. İkisi de yoktu, yerlerinde yeller esiyordu. Yeniden önüme döndüm profesörü dinlemek için fakat odaklanamıyordum. Odaklanmak istedikçe düşüncelerim bunun önüne barikat kuruyordu. Bu şekilde ilerledi dakikalar; odaklanmak istedim, odağa karşı en ufak bir belirti yükselmedi ve ders bitti.
Sınıftan çıkarken Diana'nın bana seslendiğini anca fark edebilmiştim. Olduğum yerde durdum ve arkamı döndüğümde kalabalığın arasından bana bakmaya çalıştığını gördüm. "Heh," dedi kurtulduğu zaman. "Neden beni beklemedin?" Sorduğu bu soruya karşılık verebileceğim hiçbir cevabım yoktu çünkü zihnimdeki liste dışında pek fazla bir şey düşünmüyordum. "Bir an önce gitmek istedim," duraksadım. "Kuleye."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
zamanın ötesinde // tomione
Fanfic2 Mayıs 1998 gecesi zamanın oyununa yenik düşmüştü Hermione ve ansızın gözlerini açtığında gece değildi, yanan bir Hogwarts yoktu. Yalnızca bir çift yeşil göz ve 1943 yılının karanlığı vardı. "The Wattys2018 Longlist" "The Wattys2018 ShortList" "Wa...