🌹3

3.4K 204 88
                                    

Lisan-ı Aşk

3. Tabanca mı, kalem mi?

Ali, Fırat gittiğinden beri yıllar sonra memleketine dönmek isteyen kuzenleri için bir şeyler düşünmeye başlamıştı. Uzun süredir kilit vurulmuş, duvarlarına kan kokusu sinmiş olan koca konakta yalnız kalmalarını istemediğinden ailesiyle konuşarak Fırat'ı aramış konakta onlar için iki oda hazırlattıklarını belirtmişti. Birkaç itirazdan sonra nihayet kuzenini ikna etmeyi başarmıştı.

Güneş şehrin üstüne doğduktan birkaç saat sonra iki genç eşyalarıyla birlikte Mervani konağının önündeydiler. Uzun boylu siyah gür saçlı ve aynı renk bıyıklara sahip adam gözlerindeki nefretle konağı süzdükten sonra hafifçe başını arkaya doğru dönüp kardeşine baktı.

"Hadi içeri girelim de bu oyunu başlatalım." dedi oldukça ürkütücü bir sesle. "Sadece birkaç ay... Etrafta sahte gülücükler saçarak gezeceğimiz son zamanlar bunlar kardeşim."

"Yaptığımız doğru değil, biliyorsun değil mi?" diye sıkıntılı bir sesle konuştu diğer adam.

"Onların yaptığı doğru muydu?" diye tekrar korkunç bir tonlamayla sorduğu soruya umursamazca cevap verdi, kardeşi.

"İnsanların seçimlerine karışamazsın. Aynı şekilde yaptıkları seçimler yüzünden onları suçlayamaz ve yargılayamazsın. Hele bunun için cezalandırmak hiç senin vazifen değil."

Fırat büyük bir öfkeyle sesini biraz yükselterek konuşmaya başladı.

"Bana maval okumayı kes. Sana fikrini soran olmadı. Bu saatten sonra planımızı mahvedemezsin."

"Planımız mı?" duye sordu gözlerini kısarak. "Senin planın, ağabey! Senin! Ben sana buraya gelmek istemediğini söyledim."

"Seni orada tek başına bırakamazdım."

"Ben küçük bir çocuk değilim, ağabey! 25imi devirmiş adamım, bana çocuk muamelesi yapmayı kes."

"Sen de zevzekliği kes de içeri girelim." diye son sözü söyleyip konağın kapısını çaldı.

Saniyeler sonra kapı hizmetli tarafından açıldığında ikisi de yüzlerindeki yapmacık gülümsemeyle içeriye girdiler. Onları karşılamaya gelen Ali yardımcılardan eşyaları içeri taşımalarını rica ettikten sonra kuzenleriyle görüştü.

"Seyit? Epey büyümüşsün be koçum."

"Öyle oldu, ağabey. Sonuçta sen de küçücük kalmamışsın değil mi?"

"Gel buraya deli oğlan." diyerek onu kendine çekti ve tekrar sarıldı, Ali.

"Baba!"

"Baba!" diye koşturarak yanlarına gelip ayaklarına dolanan küçüklerle neye uğradıklarını şaşırdılar misafirler.

Ali yüzündeki tebessümle yere eğilip çocuklarını kucağına aldı ve onları kuzenleriyle tanıştırdı.

"Bunlar da benim bücürler. Sema ve Arslan."

Seyit yüzündeki kocaman içten gülümsemesiyle çocukların elini sıktı ve izin isteyerek yanaklarından öptü.

"Çok şekerler, maşallah. Allah bağışlasın, ağabey."

Lisan-ı Aşk |❣Yaralı Kalpler Serisi 1 |Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin