Arnavutköy sahili, İstanbul
Pazartesi 08.37
Yağmur damlaları trafikte sıkışmış olan arabaların üzerine metali dövercesine sertlikte yağıyordu. İşine geç kalan çalışanlar, derslerini kaçırmaktan endişelenen öğrenciler, özel araçlarında yayılmış oturan patronlar, fakirler, zenginler ve dahası... Hepsi yağmurun altında
dövülmekte olan metal parçalarının içine sıkışmış, hiçbir statü farkı olmaksızın eşit bir şekilde bekliyorlardı. Gökyüzünün griliğiyle birleşen havanın boğuculuğu bulundukları durumu daha da çekilmez bir hale getiriyordu.
Havanın ve trafiğin yarattığı etkinin ötesinde, karartılmış camlarıyla içi hiçbir şekilde görünmeyen siyah Ford Mondeo'nun sürücüsü dün gece şahit olduklarından sonra paramparça olmuş bir halde direksiyonun başında trafiğin açılmasını bekliyordu. Bundan yalnızca birkaç saat önce eşini yatakta bir başkasıyla yakalamıştı. Evliliklerinin daha önceden bittiğinin farkındaydı ancak böyle bir olayla karşılaşacağını hiç tahmin etmiyordu. En azından
yollarını tamamen ayırana dek. Gençliklerinin verdiği heyecan ile evlenmişler ve uzun süre mutlu kalmışlardı. Ancak hayat hiç kimseye her zaman güzel davranmazdı. Onların da diğerlerinden bir farkı olmadığı için onlara da güzel davranmamış ve belki aşklarının belki de heyecanlarının bitmesine yol açmıştı. Zamanla iş hayatları birbirlerinin önüne geçmiş ve
yaşadıkları ilişkiyi bir rutin haline getirip zorla yaptıkları bir şeymiş gibi yaşamaya devam etmişlerdi. İkisi de durumu önce kabullenmiş ancak sonraları başaramadıklarını fark edince birbirlerinden uzaklaşmışlardı. Yalnızca nadiren birlikte yedikleri akşam yemeklerinde konuşuyor, önemli bir durum olmadıkça birbirlerinin suratına dahi bakmıyorlardı. İşin kötü yanı ikisi de boşanmak istemiyordu. İyice arap saçına dönmüş bir ilişki içindeydiler.
Böylesine bir hale geldikten sonra eşini bir başkasıyla yatakta yakalamış olmasının neyi
değiştirip değiştirmeyeceğini de bilmiyordu. Ancak bir şeyleri değiştireceği kesindi.Arkadaki arabanın kornasıyla dalgınlığından kurtuldu ve gaza dokundu. İlerlediğinde trafik
sıkışıklığının nedenini rahat bir şekilde görebiliyordu. Bir sigorta şirketine ait araç yol kenarında bulunan ağaca çarpmış ve ağacı yola devirmişti. Yağmurun kayganlaştırdığı yolda
böyle manzaralar görmek çok normal bir şeydi. İşine yetişmek için hız yapan bir şoför ve kaygan yolun mükemmel birleşiminin ortaya çıkardığı saatlerce süren işkence...
Kaza yapan arabaya bakıp iç geçirdikten sonra yoluna devam etti. Üzerindeki ölü toprağı atabilmiş değildi. Hala bundan sonra ne yapacağını düşünüyor, kendisi için bir çıkış yolu arıyordu. Cebindeki titreşimle düşüncelerini toparladı ve telefonuna uzandı."Alo." Telefondaki sesin sahibi yardımcısı Komiser Ferhat'tı.
"Alo." Aracı daha rahat sürebilmek için telefonu hoparlöre aldı.
"Nerdesiniz başkomiserim?"
"Sahil yolundayım ne oldu?"
"Sahil mi?" Komiser yardımcısı biraz duraksadı. "Yalıköy'de ceset bulunmuş, biz olay yeri inceleme ile yola çıktık."
"İşte yine başlıyoruz." diye geçirdi içinden başkomiser. Yeniden ölülerin dünyasına bir adım daha atmanın zamanı gelmişti. "Tamamdır geliyorum ben de. Tam adresi biliyor musun?""Şimdilik yalnızca Yalıköy'de bir gölette olduğunu biliyoruz komiserim. Oradaki mobil ekipler bize eşlik edecekler vardığımızda. Siz yaklaştığınızda telsizden anons yapın görevli arkadaşlar yardımcı olacaktır size de."
"Tamamdır Ferhat, yalnız dikkat et kimse ben gelmeden cesede dokunmasın." dedi ve telefonu kapattı. Şimdi komiserin gitmesi gereken bir olay yeri vardı. Bir ölüme tanıklık etmiş
bir yere veya bir ölünün son bir kez daha kendini gösterdiği bir yere gidiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
METRODA TERÖR (Tamamlandı)
AcciónAfganistan'da bir patlama... Hatay'da gizli bir operasyon... İstanbul'da vahşice işlenen bir cinayet... Ve bütün bu aksiyon dolu koşuşturmanın sonlandığı yer: İstanbul Boğazı'nın altından geçen metro hattı... Başkomiser Saffet ve ekibi gelen bi...