Sirkeci İstasyonu, İstanbul
10.14
Başkomiser elinden sıkıca tuttuğu kız ile birlikte önlerindeki adamı takip ediyordu. Kendilerini takip etmesini söyleyen adam önce kızın tek gelmesini istemiş ancak küçük kız gitmek istememişti. Yanına sokulduğu başkomiserden ayrılmamış, o gelmediği sürece adamın peşinden gelmeyeceğini belli etmişti. Karısını rehinelerin arasında gördükten sonra yıkılan Saffet için bu durum işine geliyordu. En azından metronun içine binemese de bir şeyler yapabilmek, yardımcı olabilmek için karısına yanaşabilirdi.
"Buradan sonrasını yalnız gideceksiniz." Görevli yürüyen merdivenlerin sonunda durdu ve peronlara giden koridoru gösterdi. "Koridorun başında sizi bekleyen birisi var, yardımcı olacaktır."
Başkomiserin bir şey söylemesini beklemeden görevli yanından ayrıldı ve hızla geldiklerini yolu geri gitmeye başladı. Bomba patlama tehlikesinden dolayı alan olabildiğince boşaltılıyordu. Olur da işler giderse can kaybını minimuma indirmek için alınmış bir tedbirdi bu.
Saffet elini sıkıca tutan çocuğa "Gel haydi." dedi ve yürümeye başladı. Attığı her adım içinde bir şeyler titremesine yol açıyordu. Önce bastıramadığı bir korku bütün vücuduna hükmediyor ardından yerini eşini o hale sokanlara karşı amansız bir öfkeye bırakıyordu. İşin kötü yanı ise başkomiserin bu konuda yapabileceği bir şey olmamasıydı. Cinayet büroda başkomiser olmasının böyle bir durumda kendisine hiçbir yetki sağlamadığını biliyordu, o nedenle eli kolu bağlıydı. Ancak elinden geleni yapacağından da hiç şüphesi yoktu.
Görevlinin söylediği yere geldiklerinde kendilerini sivil giyimli bir adam karşıladı. Küçük kıza gülümsemeye çalışsa da alnından akan ter damlaları ve gözlerindeki o bakışlar ne kadar tedirgin olduğunu anlatıyordu.
"Buradan sonra gelmenize gerek yok." Görevli, başkomisere teşekkür etti. Perondaki operasyon bölgesine gelip kendi hayatını riske atmasına gerek yoktu. Ayrıca perondaki gereksiz kalabalık işlerine gelmezdi.
"Gelebilirim." dedi başkomiser kızın elini daha sıkı bir şekilde tutarak. "Karım da orada."
İstihbarat yetkilisi Sedat, başkomiserin cevabına kayıtsız kalamadı. Başını anlıyorum dercesine salladı ve üzgün olduğunu belirtti. Ancak yapacakları işleri vardı. Üzülmenin onların bir işine gelmeyeceğini ikisi de biliyordu. İki yetişkin adam birbirlerine kısa bir bakış attıktan sonra yanlarında olanlar habersiz küçük kız çocuğuyla beraber perona doğru ilerlemeye başladılar.
Yetkililer bütün bunlar olurken metroyla iletişim kurmanın yollarını arıyordu. Teröristlerin isteklerini konuşabilmek ve operasyon için daha sağlıklı bir yol izleyebilmek adına içeridekilerle iletişim kurmaları şarttı.
Sedat başkomiser ve kızı daha demin tünele giren yetkili ekibin elemanlarından birinin bulunduğu masaya kadar getirdi. Kurduğu küçük düzenle bütün gelişmeleri takip etmeye çalışan adam gözlerini dizüstü bilgisayarının ekranından ayırmıyor, sürekli telsiziyle bir şeyler mırıldanıyordu. İstihbarat yetkilisi biraz beklemelerini söyleyip masanın başında oturan adamın yanına sokuldu. Kısık sesle bir şeyler konuşmaya başladılar. Bu konuşma sırasında masa başındaki adam ara ara dönerek küçük kıza ve başkomisere bakıyordu. Konuşmalarını bitince adam telsizine bir şeyler daha söyledi ve Saffet'in yanına geldi.
"Ben Matt." dedi masa başındaki adam başkomisere selam verirken. "Buradaki operasyondan ve sizden ben sorumluyum."
"Ben Saffet." Başkomiser adamın konuşurken sırıtan o şivesine takıldı. Yabancı olduğu belliydi ancak kimin nesi olduğu konusunda hiçbir fikri yoktu. Üzerinde hiçbir etiket bulunmayan simsiyah bir üniforma vardı sadece. Suratında ise korkutucu olmasını sağlayan o bandana. Kimliğinin gizli kalmasına önem verildiği belliydi. Karşısındaki adam ya güçlü biriydi ya da arkasında gerçekten güçlü birileri vardı.
"Kızın adını öğrenebildiniz mi?" Sorusunda hiçbir ima yoktu. Yalnızca gerçekten bunu öğrenmek istiyordu.
"Hayır, konuşmalarını tercüme edecek birini bulamadık."
Güzel diye geçirdi içinden Matt. İşler bu kadar karışmışken birde Türk Polisi ile uğraşmak istedikleri son şey olurdu.
"Eşinizin rehine olduğunu öğrendim, doğru değil mi?" Aldığı bilgiyi teyit etmek için değil bunu nasıl lehine çevirebileceklerini düşünmek için sordu.
Başkomiser derin bir nefes aldıktan sonra "Evet." diye cevapladı. Karısının düştüğü hali yeniden kafasında canlandırmış ve içinin parçalanmasına sebep olmuştu.
"Kızı getirdiğiniz için sağ olun." Matt için başkomiserle konuşma faslı bitmişti. İşe koyulma zamanıydı.
Saffet, adamın kendisini başından savmak istediğini anladı ancak buna izin vermek istemiyordu. Karısını kurtarabilmek için elinden gelen her şeyi yapmayı kafasına koymuştu. Bu yüzden adamla bildiklerini paylaşmanın yararlı olacağına karar verdi.
"Dahası var." Sesindeki ciddiyet bakışların kendisine yönelmesine neden oldu. "Soruşturduğumuz bir cinayet vardı." diyerek anlatamaya başladı. "Öldürülen bir mühendis. Marmaray'ın yapımında görev almış birisiydi. Kurbanın kuzeni cinayetin baş şüphelisi durumunda ve evinde El- Kaide'ye ait birçok belge bulduk. Atıf Alptekin metrodaki teröristlerden birisi olabilir." Cebinden plana benzer bir şey çıkardı ve adam uzattı. Metronun ray sisteminin inşaat halindeki bir haritasıydı bu. İnşaattan çok anlamayan birisi için bile mühendislerin sahip olduğu böyle planlamaların ne anlama geldiği az çok anlaşılır bir şeydi. Matt elindeki kâğıdı inceledi ve gözlerinden bir ışıltı geçti. Marmaray'ın İstanbul Boğazı'nın altından geçtiği bölümdeki kritik noktaları açık bir şekilde işaretlenmişti. Bomba yerleştirmek için mükemmel noktalardı bunlar.
Başkomisere teşekkür etti ve masasına giderek yeniden telsizine sarıldı ve elindeki haritaya bakarak bir şeyler söylemeye başladı. Telsizin diğer ucundakileri buldukları konusunda uyardığı ve direktifler verdiği belliydi. İşini bitirdikten sonra yeniden polisin ve küçük kızın yanına döndü.
"Eşinize ulaşmaya hiç çalıştınız mı?"
"Hayır, hiç aklıma gelmedi." Daha önce böyle bir şeyi denemediği için kendisine kızdı. Hem koşuşturmadan hem de olayın şokundan eşini aramak aklına gelmemişti. Telefonunu çıkarıp tam arama butonuna basmak üzereydi ki durdu. Metronun içerisinde çalan bir telefon sesi teröristleri harekete geçirebilir ve eşinin zarar görmesine sebep olabilirdi. Ki telefonun çektiğini varsayarsak bütün bunlar olabilirdi. Metronun bazı bölümlerinde telefonlar hiç çekmeyebiliyordu.
Başkomiserin duraksamasını fark eden Matt olaya el attı.
"Şu ana kadar teröristlerle iletişim kuramadık. Bu bizim için bir fırsat anlıyorsunuz değil mi? Trenin durduğu nokta üç ana telekominasyon şirketinin baz istasyonu aktif durumda. Eşiniz videoların yayımlandığı reyonda, yani teröristlerin başı olduğunu düşündüğümüz adamın yanında. Bunu değerlendirmemiz lazım."
Saffet eşinin düşeceği daha kötü bir durumdan dolayı çekindi. Suratına yayılan tedirginlik karşısındaki adamın daha baskılı bir şekilde konuşmasına neden oldu.
"Eşinizi korumak istiyorsunuz anlıyorum ancak yüzlerce insanın hayatı da buna bağlı olabilir. Karınızınki de dahil. Lütfen aramayı yapıp telefonunuzu bana uzatabilir misiniz?" Bu bir rica değildi. Saffet istese de istemese de o görüşme yapılacaktı.
Başkomiser istemeyerek de olsa arama butonuna dokundu ve telefonu karşısında dağ gibi duran adama uzattı. Siyah giyimli askerin gözlerinde en ufak bir duygu belirtisi yoktu.
Telefon çalıyor ancak cevap veren olmuyordu. Başkomiser tünelin derinliklerinden bir silah sesi duymamak için dualar ediyordu. Çünkü böyle bir ses eşinin vurulduğu anlamına gelecekti. Matt sabırsızlandı ve ileri geri yürümeye başladı. İlk çalışta cevap veren olmamıştı ancak bu vazgeçmesi için bir engel değildi. Son aranan numarayı yeniden aradı ve beklemeye başladı.
Bu sefer telefon çok çalmadı, üçüncü çalışta açıldı ve tanıdık bir erkek sesi cevap verdi.
Saffet göremese de Matt gülümsüyordu. Peşinde oldukları adamla sonunda iletişime geçmişlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
METRODA TERÖR (Tamamlandı)
AksiyonAfganistan'da bir patlama... Hatay'da gizli bir operasyon... İstanbul'da vahşice işlenen bir cinayet... Ve bütün bu aksiyon dolu koşuşturmanın sonlandığı yer: İstanbul Boğazı'nın altından geçen metro hattı... Başkomiser Saffet ve ekibi gelen bi...