Baekhyun, Chen-Really I Didn't Know
Tamam, kaçık olduğumu inkar etmiyordum.
Takıntılı bir şekilde severdim çoğu şeyi. Animelerdeki karakterlere aşık olurdum, dizilerdekilere, sevdiğimde onlarla ilgili her türlü bilgiyi öğrenirdim, ne bileyim zil sesim o sıralarda favorim olan şeylerle ilgili olurdu, duvar kağıtları, posterler... Mesela Jungkook, Yoongi ve Hoseok hyungun bir gün bu güzel grubumuzu dağıtıp başka birileriyle arkadaş olma ihtimali beni çileden çıkarırdı. İtiraf etmeliyim ki, bazen beni sevmeye devam etsinler diye kendimden ödün verdiğim zamanlar oluyordu. Benden soğumalarını istemiyordum. Ezikçe veya acınası olabilirdi ama böyleydim. Havalı kalabilmek için şirin şeylerden uzak dururdum ama bence ponponlu bereler güzeldi.
Ama konu Taehyung'a geldiğinde başka bir boyuta atlamıştı. Onun için kendimden ödün vermemiştim, beni sevip sevmemesini umursamayarak yaklaşmıştım biraz. Havalı olmayan yanlarımı da görmüştü, ezikçe davrandığım zamanlarda da yammdaydı.
Gerçi gözlerinin önünde ağladığım göz önünde bulundurulursa, oldukça fazla açmıştım kendimi ona.
Belki de bu yüzden çekiniyordum biraz da. Kendimi gerçekten açmıştım ona, beni tanıyordu. Beni iyi biliyordu, her şekilde. Kalbim hızlandığında, bunun nedeni olduğunu, güldüğümde, ağladığımda, uyuyamadığımda bunun nedeni olduğunu biliyordu. Pekala, ben onun hakkında ne biliyordum?
Hiçbir şey.
Koca bir boşluk.
Adı Kim Taehyung, okul kayıtları olmasa ona da inanmam.
Tamam, atlatmam gerekiyordu, bunu biliyordum. Bende derin bir iz bırakmamıştı, öyle yıllardır arkadaş değildik, sadece birkaç hafta oluyordu. Hiç unutamadığım hayatımın aşkı da değildi, hayır. Bende bıraktığı tek iz yüzümdeki çizik ve çatlayan elimdi ki, biraz zaman geçince onlar da iyileşmişti.
Aynı sınıftaydık. Günler geçmeye devam ediyordu, okula gelip gidiyordu, arada kayboluyordu gerçi. Tek başınaydı. Yemeklere, teneffüse, müzik derslerine gelmiyordu. Zil çaldığında sıraya oturuyor, zil çaldığında sıradan kalkıyordu ve onu hiç görmüyordum bundan başka. Evet, onu izliyordum ama kim olsa aynısını yapardı bence. Ne durumda olduğunu merak ediyordum, bizi umursamadığına göre şu anki halinden memnun olmalıydı.
Hiç de öyle görünmüyordu. Yüzündeki yaraların iyileşmesi gerekiyordu. Yanağındaki morluk kaybolduğunda çenesinde beliriyordu, orası gittiğinde burnu, o gittiğinde gözü... Merak ediyordum, çok merak ediyordum ama gizlenmiş bir yerlerde var olan gururum gün yüzüne çıkımştı anlaşılan. Onunla konuşmak istemiyordum, onu duymak istemiyordum, onu görmek istemiyordum ama izliyordum gerçi.
Yaklaşık üç hafta falan olmuştu, biz eskisi gibi devam ediyorduk. Jungkook kendini aşmıştı ve ciddi anlamda kendisi gibi değildi, bu bizi endişelendirse de ona karışmıyorduk. Kendini hafifçe bizden uzaklaştırmaya başlamıştı, Hoseok ve Yoongi hyung buna hiçbir şey diyemiyordu. Ben yine görüyordum Jungkook'u, konuşuyordum ama bu da azalmıştı.
"Beni dinlememeye devam ediyorsun anlaşılan." Yine kafeteryada bir masaya oturmuştuk. Uzun teneffüslerden birinde, en sevdiğimiz içeceklerle sohbet ediyorduk. Jungkook gece uykusuz kaldığından, bunun nedeni kesinlikle bir kızdı, uyukluyordu.
"Yorgunum hyung." Mırıldanışı sessizdi.
"Ah, üzgünüm, yorulmanı ben söyledim çünkü!" diye kızdım ona.
"Bence artık kendine çeki düzen vermelisin, Kook." Hoseok hyung da bana katıldı. "Genç olduğun için en başta eğlenmene hiçbir şey söylemedik ama artık, bu eğlenmek değil."