"Aşağılanmış hissettim? Evet, tam olarak öyle. Senden küçük birisi sana aptal olduğunu herkesin önünde bağırarak söyleseydi, muhtemelen üzülürdün. Ve evet, onu hayatımda böyle önemli bir yere koyduğum için aptal hissediyorum." Yoongi hyung hiç kendini çekmeden bana hissettiği her şeyi anlatmaya başladığında kesmeden onu dinledim. Birkaç kutu bira almıştı, söylediğine göre bunlar ağır değildi ama tadından nefret etmiştim. O yüzden onun içmesi daha normaldi. Ben limonatamla mutlu bir hayat yaşamaya devam edebilirdim.
"Hayır, hyung. Sadece... kötü bir dönemden geçiyor." Neden hala onu savunduğumu bilemesem de, Yoongi hyung için çok endişeliydim. Gerçekten üzgün görünüyordu. Ben, biz iki salağın onu üzmeyi asla becerebileceğini düşünmezdim. O, bizi dikkate almazdı ki.
Meğer bize, sandığımdan daha fazla önem veriyormuş. Veya gösterdiğinden.
"Jimin, kötü bir dönemden geçmiyor. Kötü dönemi kendisi yarattı. Ona ne yaptım, bilmiyorum. Zararı dokunacak hiçbir şey. Hep kollamaya çalıştım, her zaman fikirlerine değer verdim, neşelensin diye yapmadığım kalmadı. Nasıl benden bu kadar nefret ediyor olabilir?"
Bir parktaydık. Oturduğumuz salıncaklar bize küçük geliyordu ama önemli değildi. O, ayağıyla yavaşça kendini sallıyordu.
"Nefret etmiyor, nefrete en uzak şey," dedim. O sırada, sır tutmak zorunda mıydım? Jungkook bunu hak ediyor muydu? "O senden hoşlanıyor." Hayır, etmiyordu. Kötü birisi olmak umurumda değildi ama Yoongi hyungun üzüntüsünün sesini ben bile duyabilirken, Jungkook acıyacağım en son kişiydi. Sallanan ayakları durdu ve elindeki teneke kutuyu çakıl taşlarının üzerine düşürdü.
"Şaka kaldıracak havamda değilim, Jimin-"
"Şaka değil!" dedim hızlı hızlı. "Hyung, gerçekten. Bu yüzden böyle davranıyor, korkuyor."
"Neyden?"
"Senin karşılık vermeyeceğinden, versen bile bunun son bulacağından."
Keyifsizce güldü, mimiklerini izliyordum ki bilirsiniz, mimiksizlikte master yapmıştı. İlk defa bu kadar net görüyordum duygularını. "Aptal ergen!" diye tısladı. "Ne aptal hem de."
"Çok da şaşırmamış gibisin?" dedim kendimi tutamayarak. Ondan almam gereken birkaç laf vardı. Fark ettiğim sözleri.
"Umduğum buydu."
*
Tamam, şok üstüne şoklar yaşamaya devam ediyordum. Ertesi gün, okula kadar bunu düşünüp durmuştum. Yoongi hyung umduğum bu derken ne demek istemişti? Ondan mı hoşlanıyordu? Davranışları göz önünde bulundurulursa, hiç de imkansız değildi. Komik geliyordu, yani gözümde aşırı büyüttüğüm Min Yoongi'nin aptal bir ergenden hoşlanması. Ama konu Jungkook olduğunda, gerçekten, Yoongi hyung bir anda değişirdi.
Bugün okul saatinden sonra basketbol maçı vardı, onun için okulda fazla duracağımdan, hazırlıklıydım. Aşırı merak ediyordum, Taehyung'un gelip gelmeyeceğini. O yüzden, heyecanla gittim okula. Ne Jungkook, ne de Yoongi hyung vardı her zamanki yerimizde. Sadece Hoseok hyung, kolunun altında bir basketbol topuyla her zamanki köşede beni bekliyordu.
"Park Jimin!" dedi o öfkeli tonda. "Geç kaldın!"
"Üzgünüm, üzgünüm," dedim bana kızmadan önce. "Annem kek yapmış, bilirsin."
'Haa' gibi bir ses çıkararak mırıldandı. Evet, anlaşılır bir bahaneydi.
"Kocam beni aldatmış, kızım da onaylamadığım damat adayıyla evlenmiş gibi hissediyorum," dedi okula yürürken. Bu beni güldürdü. "Ailemiz parçalanıyor, endişeliyim."