Panic! At The Disco-Nicotine
Taehyung'u evime götürdüm.
Jungkook'un annesine daha fazla sorun açmak istemiyordum, hem Jungkook'un da biraz düşünmesi gerekiyordu, o yüzden onların yanından ayrıldım. Üzerinde, benim daha önceki gelişlerimde bıraktığım bir sweatshirt vardı, giydiğinde fazla mutlu olmuştu. Anlamsız mutlulukları devam ediyordu, hala aynıydı. Yol boyunca da kolumu tutmuştu ve bana yaslanmıştı. Yarası olduğundan bunu normal karşılardım ama öpüştükten hemen sonra? Hayır.
"Jimin, bu arkadaşın da kim?" Annem benim üç arkadaşımı da tanırdı. Başka kimseyle muhatap olmadığımı da bildiğinden, bu soruyu sorması doğaldı. Jungkook gibi Taehyung'dan nefret eder miydi?
"Ben Kim Taehyung, efendim," dedi Taehyung ve hafifçe eğildi. Acı dolu inlemesini sadece ben duydum, yarası canını yakıyor olmalıydı.
"Tam vaktinde geldiniz, hadi yemek yiyelim."
Siktir.
Yemek vaktinde orada olmak aptallıktı ama daha ne olduğunu anlayamadan masaya oturtulmuştuk bile. "Daha önce seni hiç görmedim." Babam evde yoktu, muhtemelen karakolda olmalıydı. Polis olması nedeniyle geliş gidiş saatleri sürekli farklılık gösteriyordu.
"Taehyung yaklaşık iki ay önce geldi anne," dedim onun yerine.
"Bayan Park, yemekleriniz çok lezzetli," dedi Taehyung cılız sesiyle. Çoktan çorbasını bitirmişti ve pirincin üzerine yığdığı şeyleri yiyordu. Annemin gözlerinden kalp çıktığına şahit oldum. Şaşırmıştım, Taehyung bu yemekleri nasıl beğenmişti ki?
"Afiyet olsun, tatlım. Yalnız, biraz halsiz görünüyorsun. Hasta mısın sen?" Annem uzamp onun alnına elini koyduğunda, Taehyung kocaman gözlerle ona baktı. "Ateşin var senin. Yemekten sonra hatırlat, sana güzel bir bitki çayı yapayım."
*
Taehyung elinde yeşil çayın bulunduğu fıncanla birlikte benim odama geldiğinde, yüzündeki gülümseme bütün suratını kaplıyordu. "Anneni çok sevdim," dedi. "Bana yeşil çay yaptı ve kurabiye verdi."
"Çok ayakta durdun, biraz dinlen," diyerek yatağı gösterdim ona.
"Sorun yok, alışkınım ben." Beni umursamayarak odama göz gezdirdi. Çalışma masamdaki panonun oraya geldiğinde gözlerimi kapattım.
"Basketbolda bilerek yenildiğimi nereden anladın?" Mantar panodaki kağıdı söktü. "Başının arkasında gözleri olan bir mutant mı? Jimin, sadece iki gözüm var ve ikisi kaşlarımın altında duruyor."
Utançla başımı eğdim, o ise keyifliydi.
"Kontrol etmek ister misin?" Önüme gelip başını eğdiğinde, elimi saçlarına daldırdım. Yumuşaktı, güzel, çikolatamsı bir kahverengine sahipti. Ve kesinlikle göz yoktu.
"Ne diyorsun... Fazla sevimlisin," dedi başını kaldırdıktan sonra. Unutuyordum bazen ama aklıma geldiğinde ilk olarak dudaklarıma gidiyordu elim, daha bir iki saat önce öpüşmüştük ve hayır, ben bunu normal algılayamıyordum.
Kan yüzümde toplandı, yanaklarım ısınıyordu ve Taehyung'un yanında daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Ama kendimi toparlamam ve sakin kalmam gerekiyordu, daha konuştuklarımızı düşünmek için kendime izin vermemiştim bile.
"Artık gerçekten yatağa geç," dedim. Durumu beni endişelendiriyordu. "Ve, bu konu hakkında... bilgilendirmemiz gereken birileri var mı?' Doğrudan ailesini sormak istemedım.
"Hayır," dedi. "Senden başka kimsem yok."
Diğer her şeyle birlikte bunu da bir kenara attım, hayır, şimdi düşünmek istemiyordum. Şimdi değil, sadece tek istediğim huzurlu olmaktı. Soru işaretlerinden kurtulmak, ama Taehyung daha fazlasını oluşturmuştu. Bir şeyleri açıklarken yerine yenileri gelmişti.