Snoop Dogg, Miley Cyrus- Ashtrays And Heartbreaks
Pasta güzeldi.
Yani bildiğimiz güzelden bahsediyorum kesinlikle. Annemin şu hayatta yapmayı başardığı şeylerin başında geliyordu yemek yapamamak. Bu yüzden gerçekten umutsuzdum, hatta bir şekilde pastayı patlatmayı düşünüyordum ancak annem elindeki dilimi Taehyung'un ağzına doğru götürürken bunun için gerçekten çok geç kaldığımı fark etmiştim. Ben dikkatli bir şekilde Taehyung'un mimiklerini seyrederken her şey ağır çekimdeydi. Bekledim. Küçücük de olsa memnuniyetsizlik belirten bir ifade. Fakat o anda Jungkook bir yerlerden bağırdı ağzı dolu bir şekilde, pastanın ne kadar güzel olduğundan bahsedip annemin övgülerini alırken kaşlarımı çattım. Taehyung gülümsedi ve dudağının kenarına bulaşan küçük parçayı memnuniyetle yaladı.
Güzel bir sahneydi tabii.
Hoştu yani.
Özellikle öncesinde oluşan garip duygusal anı bir kenara bıraktığımızda.
Ya da... Her neyse, pasta güzeldi işte.
Herkes Taehyung'un başına toplanıp ağzı dolu bir şekilde konuşurken ben de onun gözlerine odaklamıştım bakışlarımı, etrafımızdaki bütün kalabalık silinmiş gibiydi. Sadece ikimiz vardık. Teşekkür eder gibi bakıyordu bana, minnet dolu. Aslında hiç gerek yoktu. Yalnızca onun için yapmadığımı biliyordum. İçeri adımını attığında, herkes hep bir ağızdan ona doğum günü şarkısı söylerken yüzünde oluşan ifade bir tek onun mutluluğu değildi. Benim de mutluluğumdu. O gülümsediğinde ben de gülümsüyordum ve evet, içimde bir yerlerde kanat çırpan kelebeklerin varlığından memnundum kesinlikle. Tabii biraz karıncalandırıyordu, huylanıyordum. Ve biraz da yabancıydı ama mühim değildi, bu yabancılığa çoktan alışmıştım ben.
Yoongi hyunga zorla yediren Jungkook aşırı yüksek sesle ona sevgilim diye seslenince kalabalığın dikkatini çekmişlerdi, böylelikle doğum günü oğlanı bana doğru yürümeye başladığında Jungkook'a durumu kurtarma konusunda içimden iyi şanslar dilemek dışında başka bir yapmamıştım ya da her neyse, umurumda değildi o an.
"Jimin."
Dudaklarında değildi de gözlerindeydi gülümseme, ben yine de gülümsememi her ikisine de yerleştirdim. Şeffaftım zaten onun gözünde ancak o an kulaklarıma kadar gülümseyip içimdeki mevsime onu da çekmek istiyordum. Mesela Jungkook o sırada paçayı kurtarmak için konuyu değiştirdi ve Hoseok hyungun ablasının o kaybettiğini zannettiği kolyenin bende olduğunu söyledi, umursamadım. Yoongi hyung da pastanın ne kadar mükemmel olduğundan bahsedince ortalık iyice gevşedi, sonra tamamen yok oldular benim için.
"Dünya," dedi gözleri gözlerimde oyalanırken. "Çok güzel, Jimin." Dudaklarının kenarları yukarıya doğru kıvrıldı, gözleri küçüldü ama hala ışıltı saçarcasına beni izliyordu. "Yaşamak çok güzel."
Değildi, dünya berbat bir yerdi. Yaşamak hiçbir zaman öyle pembe bir olay olmamıştı ancak o an onunla göz gözeyken bunların aksini iddia ettim.
Her şey çok güzeldi.
"Teşekkür ederim," diye fısıldadığında hemen aramızda duran elini hafifçe uzatıp işaret parmağı ile elimin üzerine dokundu.
"Hadi artık hediyeleri görelim!"
Jungkook bağırdığında ağzına vurmamak için kendimi zor tuttum.
"Jimin," dedi babam. Taehyung'a hafifçe gülümseyip onu hediyelerin arasına yolladıktan sonra babamın yanına doğru yürüdüm.
"Seninle gurur duyuyorum," dedi aniden, beni köşeye çekmişti ve elini omzuma koymuştu. Daha önce benimle gurur duyduğunu söylediği bir an oldu mu diye düşündüm. Aslında beni çok da yermezdi ancak şımarık bir çocuktum ben çoğu zaman ona göre, bir de sevgisini belli ederken bazen sıkıntılar yaşayan bir yapısı vardı babamın. Sadece sevgi bakımından değildi bu, genelde -öfkeli olduğu zamanlar dışında- duygularını saklardı. Öfke konusu da biraz otorite ile alakalıydı gerçi, ipleri her zaman elinde tutmanın bir yolunu bulmak için olduğunu düşünüyordum. Onun dışında kendi iç dünyasında yaşarken, oradan ağrı bizi izleyerek ısındığını düşünürdüm daima.