B.A.P - What The Hell
Eğer Taehyung bir miktar efor harcamış olsaydı, muhtemelen burnum kanıyor olmazdı.
Tamam, çocukları bir güzel pataklamış ve kaçırmış olabilirdik, o sadece birine yumruk atmaya çalışmıştı ama biliyordum ki kesinlikle kendini zorlamamıştı.
Burnumun kanadığı yetmezmiş gibi bir de sağlam bir dayak yiyecektim şu çocuğun başını beladan kurtarmak için, sanırım ciddi anamda sorunlarım vardı.
İkimiz de çimlere oturmuştuk, o çantasını toplamayı kısa bir süre önce bitirmişti ve bana bakıyordu, üzerinde sadece okul ceketi vardı, hava olması gerekenden soğuktu. En azından üşüyor olmalıydı.
"Hala duyamadım," dedim huysuzca, çenesini kapalı tutmak konusunda yemin falan mı etmişti?
"Neyi?"
Gerçekten suratının ortasına bir tane geçirmek istiyordum.
"Teşekkürü! Ben gelmeseydim—Gerçi kime anlatıyorum, ben gemleseydim o çocukları tek elinle hallederdin, değil mi?" Montumun kol kısmını burnuma götürüp kanı sildim, bu kötü görünüyor olmalıydı. Yoongi hyung geç kaldığım için canıma okuyacaktı ama... bekleyin, zaten canıma okunmuştu!
"Ne demeye çalıştığını anlamıyorum Jimin," dedi aptal bir ifadeyle, yine inanmadım ona. Ne derse güvenmeyecektim, bunu biliyordum. "Teşekkür ederim, sen olmasaydın ne yapardım, bilmiyorum."
"S-sen benimle dalga mı geçiyorsun?" Az önce bunu istemiştim ama şimdi düşündüm de teşekküründen nefret etmiştim, bana beni küçümsüyor gibi bakıyordu ve bu çıldırmama neden oluyordu. Ondan nefret ediyordum, kesinlikle bugün sonucunda çıkardığım şey buydu. Hasarı da arızası da, tamiri de umurumda değildi, bana gerçekleri göstermemesi çok adiceydi!
"Hayır," dedi gerçekten masum bir ifadeyle. "Benimle hiçbir bağın bulunmamasına rağmen benim için kavgaya girdin, üstelik burnun bile kanadı." Çantasından çıkardığı peçeteyi katladı, soğuk elini enseme götürüp tuttuğunda, irkildim. Buz gibiydi eli ama bir süre sonra ısındım. Peçeteyi burnuma götürüp yavaş ve nazikçe bastırdı, nefes verişleri sırasında çıkan buhara bakıyordum, sonra ince dudaklarına kaydı gözlerim.
"Sorun değil," dedim tereddütle, çekilmesini istiyordum. Bu kadarı beni ürküttü. Ona inanmıyor muydum yoksa inanmak mı istemiyordum bilmiyordum ama hala güvenmediğim bir gerçekti. Ama şu, foyasını ortaya çıkarma mevzusunu hatırlayınca derin bir nefes aldım. "Yemek yemeye gidiyordum, benimle gelmek ister misin?"
*
"Daha önce hiç tavuk yemediğine inanamıyorum, nereden geldin sen? Hapishaneden falan mı?" Masada hafifçe ona doğru eğilip güldüm, bana suratını asarak baktı. Onunla alay etmem hoşuna gitmemiş olmalıydı.
"Küçük bir kasabadan," dedi. "Orada hazır şeyler yemeyiz." Menüye sanki Fransızca yazıyormuş gibi bakıyordu, hiçbir şeyden anlamıyor gibi. Bu gerçekti, gözlerinde gördüğüm bu gerçeklik beni keyiflendirdi.
"Baharat sever misin?" Onun adına sipariş vermeye karar verdim, sanırım bundan şikayetçi olamazdı çünkü pek seçeneği yoktu. Başını sallamasından da ne alacağımıza karar verdim.
"Bu harika," dedi kemiksiz tavuğu ısırırken, yemek yerken başka birine dönüşmüştü, ne inek vardı karşımda ne de yalancı. Artık takılmam gerekmiyordu, onda da olsa gerçeği görüyordum. O bile benden saklayamazdı.
"Beğenmene sevindim,"dedim onu izlemeyi kesip. Ben de acıkmıştım ve Yoongi ve Hoseok hyung ile olan randevuma pek bir şey kalmamıştı. Onlar beni kesmeden önce yemeğimi yemeliydim.