Bishop Briggs-Dark Side
Tamam.
Bazı gerçeklerden biri de, yeterince iyi bir insan olmadığımdı. Yani en başta, dört dörtlük bir evlat değildim. Kardeş hiç değildim. Mesela ağabeyimin başarısı karşılığında ailem onunla gurur duyduğunu her fırsatta dile getirirken içten içe kıskançlık yapardım. Başarısı umurumda değildi çünkü onun aldığı ödüllerin bana artı olarak hiçbir getirisi olmuyordu hatta biraz açtığımızda bu durum bana çoğu zaman eksi yönde geliyordu. Bundan memnun olmasam da ve hatta nefret etsem de tıpkı onun gibi ailemi gururlandırmak adına herhangi bir çaba sarf etmiyordum genel olarak. Notlarımı yükseltmeye çalıştığım zamanlar oldu elbette ya da diğer açıdan, ağabeyim adına gerçekten iyi hissettiğim ve tıpkı babam gibi gurur duyduğum anlar oldu. Ancak kusurlu bir insan olarak, benim hatırladığım şeyler yalnıza eksilerdi. Onların benim için yaptığı güzel şeyleri o an hatırlardım ama sonra bunun bir önemi kalmazdı çünkü aklımı benim için kötü olan şeylerle meşgul ederdim. Çoğu zaman. Hayatımın büyük bir bölümünde.
Ağabeyim neden bu kadar iyi olmak zorunda?
Neden onun gibi olmalıyım?
Neden sadece azimli bir çocuk olmak zorundayım?
Neden notlar onlar için bu kadar önemli?
Ve türevleri.
Açıkçası bazen vicdan azabı duyduğum anlar oluyordu, taş kalpli bir insan değildim. Tek istediğim özgürlüktü, birileriyle sürekli kıyaslanmak değildi. O gittiğinde hayatım birçok açıdan yoluna girmişti, annemle babam benimle daha fazla ilgileniyordu ve bu mutluluk, onların arkasından iş çevirmemi engelliyordu. Okulu asmak, ders çalışmak yerine oyun oynayıp dışarılarda sürtmek gibi şeyleri.
Çıkarcı bir insan olduğumu biliyordum. Biraz ergen, kıskanç ve biraz da kibirli. Hayatta iyi olduğum sadece iki şey vardı ve ilki kesinlikle iyi bir arkadaş olmaktı. Yani en azından derinlere indiğimiz zaman. En yakın arkadaşım olan Jimin'e çok değer verirdim mesela. Onun için yapmayacağım şey yoktu, çoğu zaman ona da ciddiyetsiz, şerefsizin teki gibi davranıyor olsam da o suratını astığı anda, kalbimin kırıldığını hissedebiliyordum. Onun problemleri, benim de problemlerimdi. Mutlu olmasını istiyordum ve dudaklarının kenarlarının yukarıya kıvrıldığını gördüğüm her anda, ben de mutlu oluyordum. Hoseok daha çok ağabeyim gibiydi, yani şu sinir bozucu olmayanından.
Hayatta başarılı olduğumu düşündüğüm bir diğer şey de kesinlikle Min Yoongi'yi sevmekti. Tamam, bunu yaparken her şeyi çoğu zaman elime yüzüme bulaştırıyor olmam bu başarının ölçütünü sorgulatmıyor değildi ama emindim ki, kalbimin onunla dolu olduğu bölümü kusursuz bir biçimde çalışıyordu. En azından içeriden incelediğimiz zamanda. Ben saklardım elbette bunu; belki sözlerimle, hareketlerimle ama işte kimse bilmiyordu, gözlerime baksalar oradan okunabilecek kadar kuvvetliydi.
Bunu bölüm bölüm ayırabilirdim. Ona gerçekten hayran olduğum ve onu örnek aldığım zamanlar ilk evreydi. Bu oldukça olağandı çünkü insanların saygı duyduğu, örnek aldığı birileri mutlaka olurdu. Sorun değildi bu fakat duygularımın düşüncelerimi fazla ağırlaştırdığı o vakitlerde bunalıma girmiştim resmen; bu da ikinci evreydi. Geceleri uyumadan önce arayıp telefonda gevezelik etmeyi alışkanlık haline getirmişken, benden daha çok tavşana benzeyen Bobby ile Yoongi'nin yakınlığını kıskanıyorken ve hatta en best kankalarımdan biri olan Yugyeom ile Sehun'u da alarak o dişlek veleti okul çıkışında kenara çekip sıkıştırmayı planlarken kesinlikle Min Yoongi'yi o anlamda kıskandığımı, bunu fark etmiş olmamı, fark etmiş olmamı fark etmeyi ve o anlamın varlığını reddediyordum.
Ah ah, baya zorlu dönemler atlattım ben.
Sonra bir gün, hep birlikte onların evinde yatıya kaldığımızda birlikte piyano çaldık. Üst kattaydık, baş başa. Gün yeni doğmuştu, ikimiz de erkenciydik ve o tuşların üzerinde ellerimiz, bizim o vakte bıraktığımız melodiyle birlikte birbirine dokunduğunda, gözlerimiz de buluştu. Gözlerime değen küçük gözleri biraz daha küçüldü, kenarları kırıştı ve dudaklarının kenarları yukarıya doğru kıvrıldı. Onu izlerken dedim ki kendime; o anlamını bu anlamını sikeyim, seviyorum anasını satayım. Hem de öyle böyle değil. Çok seviyorum, yüzündeki gülümsemeyle birlikte oluşan dudak kenarlarındaki kırışıklıklara kadar seviyorum.
İşte bu da sondan bir öncekiydi;
Kabulleniş.
"Jungkook," dedi. Bir parka getirmiştim onu, bilmiyordum, okula yakındı ve başka bir yer aklıma gelmemişti. Kim bilir kaç dakikadır oturuyorduk bu bankta, ben düşüncelerimle cebelleşirken sıkılmıştı muhtemelen. Bir an önce konuşmamı bekliyordu ama o kadar yakınımdaydı ki, kendimi kaybedecekmiş gibi hissediyordum.
"Hyung.." Sustum devamında. Cümleleri bir türlü toparlayamıyordum, kolay değildi elbette Min Yoongi'ye açılmak. Nasıl söylenirdi ki? Öyle basit değildi, seviyorum seni demek. Basitti belki de ama anlamı ağırdı. İki kelimeden oluşan bu cümle, insanın hayatını değiştirebilecek kadar kuvvetliydi. İyi ve kötü anlamda. Reddederse sıçardım, biliyordum.
"Konuşmayacak mısın?" diye sordu yavaşça. "Yüzüme bile bakmıyorsun, oysa bugün okulda-"
"Birbirinden ayrı kaldığında hiçbir anlam ifade etmeyen puzzle parçaları."
Bir süreliğine gelip çatan sessizliğin ardından hafifçe iç çektiğini duydum.
"Ne demek istiyorsun?" diye mırıldandığında kalp atışlarım kendini kaybetti ama yine de dudaklarıma yerleşen en sıcak tebessümümle birlikte başımı ona çevirdim.
"Yalnızca seninle anlam kazanabilirim demek, hyung. Yalnızla seninle tamamlanabilirim. Sen benim eksik parçamsın, en özel yanımsın."
Gözlerim gözleriyle mücadele ederken dudaklarını araladığını hissettim, sonra nefeslerimiz birbirine karıştı ve elimi kaldırıp yanağına dokundum.
"Seni seviyorum."
Dünya üzerimdeki bütün yükü alıp sırtlandıktan sonra sessizliğe gömüldü ve ben Min Yoongi'nin gözleri dışında başka hiçbir şey göremez oldum.
"Saç tellerine varana dek seviyorum seni. Tüm kusurlarımla, kusursuz bir biçimde seviyorum hem de. Hayatımın doğru kıldığı tek detay sensin, yemin ederim, başardığım en iyi şey seni sevmek. En güzeli." Parmaklarım yüzünün yumuşak tenini okşadığında gözlerini kapattı, cesaret aldım.
Çünkü o anda bana değil de, benim için kapamıştı gözlerini.
Biliyordum.
"Min Yoongi, bencilim, bilirsin. Bu yüzden..." diğer elimi de kaldırıp diğer yanağına götürdüm. Göz kapakları titredi, açmadı ama gözlerini. Gözlerim doldu.
Yaklaştım ona doğru.
"Bu yüzden..."
Biraz daha yaklaştım.
"Lütfen beni sev."
Ve işte bu da son evreydi;İtiraf.
Fakat son evre bazı sürprizlerle dolu oldu.
Min Yoongi'nin dudakları gibi.
Tanrım! Evet!
ONU ÖPTÜM!