EXO - El Dorado
Tamam, düşmanı yakınında tutmak gerekirdi, dostundan daha yakın falan filan ama söylemeliyim ki, Kim Taehyung bana en sevdiği içeceğin limonara olduğunu söylediğinde saçma bir muhabbete girdik. Benim en sevdiğim de oydu, soğuk çaylar ya da kahveler ilgimi çekmiyordu ve Yoongi hyung gibi bir kahve manyağı, Jungkok gbi bir kola düşkünüyle arkadaş olunca, mecburen damak tadımı paylaştığım insanları az görüyordum.
Masada karşılıklı oturmuş konuşuyorduk, ben ona Jeon aptalından yakınıyordum, ona güvenmeyi seçtiğim için artık aptaldım sanırım ve biz o topluluğun adını değiştirmeliydik. Bana Jungkook'un kötü bir çocuğa benzemediğini, sadece yaşı dolayısıyl (kendisi de ondan sadece iki yaş büyüktü) bazı hatalar yapabileceğini ve bizim de onu anlatmamız gerektiğini söylemişti. Ona aptal playboy takıntısını anlattığımda da bana hormonların o yaşlarda fazla etkin olduğı gibi bir şeyler zırvalamıştı ama tanrım, o kaç yaşındaydı ki? Neden seksen gibi davranıyordu?
Mesela ona telefonlardaki mesajlara hep geç cevap yazdığını, hep görüldü yaptığını ve tek kelimeyle beni geçiştirdiğini söylemiştim Yoongi hyunun, o ise bana oldukça sıcakkanlı biri olduğunu, benim abarttığımı söyledi. Haberi yoktu tabii! Yoongi hyung tam bir soykırımcıydı, dünya üzerinde yaşayan bütün tavşanları ve Park Jimin'leri yok etmek istiyordu. Kesinlikle. Ama o buna inanmazdı tabii, herkes iyiydi ve bir tek ben abartıyordum! Kim Taehyung beni delirtmeye çalışıyordu, bütün o ilgili tavırları o yüzdendi. Benimle açıkça alay ediyordu, insanlara benim bir şeyler uydurduğumu gösteriyordu, yalan söylüyormuşum gibi davranıyordu ve her ne kadar kibar yollarla yapmaya çalışsa da hep benim söylediğimin aksini savunmuştu.
Aptal gibi gülümsüyordu, gözlerinde bir şeyler gizliydi ve ah, dürüst değildi.
Ne söleri, ne mimikleri, ne de jestleri doğruyu söylüyordu. Baştan aşağı yalandan ibaretti o.
Kafeteryada koşturan spor hocası dikkatimi çekti, biraz da sıkılmıştım hani, ayağa kalkıp Bay Shin'in önünde durdum. Taehyung masadan bana bakıyordu.
"Çekil, Park!" Bay Shin bana bağırdığında, gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Ne oldu, en değerli öğretmenimiz?" Bu adamdan zerre haz etmem ama uğraşması eğlenceli oluyordu. En azından diğer öğretmenlerden yalnızca o benimle konuşma zahmetine giriyordu.
"Jeon! Hah, senin yaverin o, değil mi? Kantindeki otomatlardan birini devirmiş, emri sen mi verdin?" Elindeki cetveli boğazıma yasladığında hafifçe geri çektim başımı, beni öldürecek gibi duruyordu ve bu korkunçtu? Jungkook'a güvenmemem gerektiğini biliyordum.
"Emri ben vermedim..." Duraksayıp suçu kimin üstüne yıkacağımı düşündüm. "Basketbolcu, hah! O verdi emri. Ben dedim yapma diye ama o Min-Hitler-Yoongi--"
"En iyi oyuncuma iftira atmaya nasıl cüret edersin?"
Cetvelin hedefi başım oldu, elimi başımın üzerine siper ederken bir yandan gülüyordum ve sandalyeler arasından sıyrılmak için yol arıyordum. Konu Yoongi hyung olduğunda bir anda korumacı bir anne gibi davranıyordu. Sanki kartalın yuvasından yumurtalarını çalmaya çalışmak gibi bir şeydi.
Taehyung gurmaktan vazgeçmiş olacak ki, kolumdan tuttu ve o kargaşadan ayrıldık, birlikte kafetaryanın dışında beklerken Jungkook'u nerede bulabileceğimi düşünüyordum ve sonra aklıma geldi, bu defa da ben onun kolunu tuttum ve koştum.
Tavşanın kulaklarını kesmenin vakti gelmişti.
*
Jungkook spor salonundaydı. Yakın zamanlarda bir maç olacak olmalıydı ya da benim verdiğim görevi unutup fangirl olmak için Yoongi hyungu izlemeye gitmişti çünkü kartalın yuvasına girmek akıllıca değildi ama hey, Jungkook ne zaman akıllıca bir eşy yapmıştı ki?