Lana Del Rey-Born To Die
Jungkook'un yaptığı tam olarak terbiyesizlikti.
Her şey bir yana, Yoongi hyung ondan büyüktü ve en azından saygı göstermesi gerekirdi. En nefret ettiğine bile böyle davrandığını görmemiştim onun, kimseyle bu şekilde konuşmazdı. Üzüldüm açıkçası, arkadaşlığımızın sarsılmasından, masada sadece Taehyung ile kalıp yerdeki yemek parçalarına bakarken bir daha bir araya gelemeyeceğimizden korktum. Korkunçtu, Yoongi hyung ona karşı her zaman kibar ve ilgili olmuştu. Morali bozulduğunda neşelensin diye yapmadığı şekilde saçmalardı bizimle, o geç kaldığında her zaman onun için endişelenirdi, en önemli planlarını iptal ederdi onun için. Bir keresinde randevuya çıkacaktı, güzel bir kızdı ve heyecanlıydı bu konuda. Jungkook hasta olduğunu söyleyerek onu çağırmıştı, Yoongi hyung ise ikinci kez düşünmeden onunla kalmıştı gün boyunca.
Jeon Jungkook gerçekten sikik bir salaktı.
Ona karşı olan hislerini anlayabiliyordum, ona hiçbir zaman bunun yanlış olduğunu, vazgeçmesini söylememiştim ama şimdi, o bile kabullenemiyordu kendi hislerini. Anlaşılan bu durumda benim ona saygı göstermem gereksizdi. Hak etmiyordu bile.
"Her şey yoluna girecek." Taehyung işaret parmağını gözaltıma dokundurana kadar, gözlerimin dolduğunu fark etmemiştim. Bu kaçıncıydı onun önünde? "Endişelenme."
"Aptal bir çocuk gibi davranıyor," diye sızlandım. "Onun kalbini kırdı." Fark ettim de, aslında Yoongi hyung için ağlıyordum.
"Gel benimle.“ Kolumdan tutup beni kaldırdığında, ne yapacağını kestiremesem de takip ettim onu. Zaten bırakmamıştı da beni, peşinde olmamak gibi bir seçeneğim yoktu. Her şeyin sonunda, yanımda kalan kişi Taehyung olmuştu. Heyecanlı adımlarla birlikte merdivenleri tırmanırken arkasından onu izliyordum, gerçekten... Garipti ama bunu kabullenebilmiştim. En üst kata ulaştığımızda, öğrencilere yasak olan kısmın kapısını açtı, içeride çatıya çıkan merdivenler vardı. Hiç buraya gelmeyi düşünmemiştim, o ise burayı biliyordu. Birlikte açık havaya çıktık, biraz yüksekte olduğumuz için hava soğuktu ama yalnız olmak güzeldi. Aşağıdaki öğrencilerden, kavgadan ve her şeyden uzaklaşmış olmak.
"Buraya ilk gün geldim," dedi. Eski sıraları buraya taşımışlardı, onlardan birine oturduğunda ben de yanına geçtim. “Güzel bir yer ve... kalabalıkta ağlamaktan hoşlanmadığını seziyorum. Şimdi ağlayabilirsin ama ben seni yalnız bırakmayacağım, gitmemi isteyemezsin."
Keyifsizce gülerken koluna vurdum hafifçe. "Ağlamamı mı istiyorsun? Ne biçim arkadaşsın sen?" dedim şakayla. Açıkça ağlamam için beni buraya getirmişti ve bu komikti.
"Şimdi bir bakalım..." Cebinden bir akıllı telefon çıkardı. Arama motoruna girene kadar yüz tane yanlış şeye basmıştı. Ekran için parmakları büyük kalıyordu. Arkadaş nedir, yazdı arama motoruna. En azından sonuç buydu çünkü ilk versiyonda şöyleydi: arlkadş nrfır.
"Birbirini yakından tanıyan ve birbirine karşı sevgi, dostluk ve anlayış gösterenlerden her biri." Çıkan şeyi sesli okudu. "Bu tanımı tamamen karşılamıyoruz bence. Birbirimizi yakından tanıyor muyuz?"
"Geçmişi silersek, tanımıyor muyuz?" dedim ben de ona. Tamam, kim olduğu gerçeğini bir kenara bıraktığımızda onu tanıyordum. Sevip sevmediği şeyleri biliyordum. Duygularını anlayabiliyordum ve bence bu yeterliydi.
"Sadece, senin beni tanımamaktan rahatsız olacağını düşünmüştüm."
"Ah, öyle zaten. Ama seni zorlarsam anlayış gösteriyor olmam, değil mi?" Başını salladı, o sırada telefonuna uzattım elimi. Telefonunu kurcalamak istiyordum, sorun etmedi elime almamı. Müzik uygulamasına girdim önce, benim ona özellikle söylediğim sanatçılardan şarkılar vardı. "Dersine çalışmışsın," diye alay ettim onunla, gülümsedi. "Bak, bir şarkı var," dedi heyecanla. "Biliyor musun, bilmem ama ben çok sevdim." Ekranı kaydırıp bir şarkının üzerine tıkladı.