Günahlar ve bedelleri...
Nedir günah olan, kime günahkâr denir? Tanrının koyduğu kuralları yok sayanlara mı, yoksa o kuralların varlığından haberi olmayanlara mı?
Ölüm çözüm müdür bu sorulara? Aynı şekilde, bedel ödetmek midir tek çıkar yol? Kim öder bu bedelleri?
İnsanların adaletine güvenilmeyeceğini bilir hayattan bir darbe yiyen, iki üç derken üzerine gelenlerle ve yaşadıklarıyla tanrının adaletine olan inancını da yitirir. Yapmam dediğini yapar, demem dediğini der. Bahaneler dinler, kendisi de üretir; sıkışınca yaptığı yanlışı silmeye çalışır.
Silerken başkalarını da karalar.
Günahkâr kalemi ne kadar bastırırsa, silmesi o kadar zor olur. Silemediğinde üzerine beyaz bir astar çeker, yok sayar; unutur. Beyaz astarın arkasındaki kan kırmızısı izler asla kapanmaz ama.
Tanrı görür. Ve cezalandırır.
Bazen yarattıklarına verir bu emri, ne diyoruz biz onlara? Katiller.
Peki, bu yeterli bir bedel midir? Çarpan bir kalbi durdurmak, özenle o bedene üflenen ruhu evsiz bırakmak... Katiller için tanrının askerleri derlerler. Ne kadar doğrudur bu?
Bazı günahlar vardır, temizlenirken yeni günahkârlar oluştururlar.
Alınan bir masum ahı öyle büyük bir leke bırakır ki dünyada, kim silmeye çalışsa ona da bulaşır. Elini uzatanın kolunu kapar, hayatını çalar, ruhunu emer.
Bir insanın başlattığı bu oyun bir çığ gibi büyür ve önüne kattığını çeker içine, kişi karşı koyamaz. Bir bakar, günahkârları cezalandırırken o da çoktan onlardan olmuştur.
Aynadaki yansımasına bakarken sadece bunları düşünüyordu, Park Jimin.
Sarısı akmış, diplerine karalar inmiş saçlarını elleriyle karıştırırken, tam olarak bunlar geçiyordu aklından. Torba torba olmuş gözaltlarını incelerken, zayıflamış yüzünü ve çıkıklaşmış çenesine iyi bir şeymiş gibi bakmaya çalışırken...
Onların durumu da bundan ibaretti, öyle değil mi? Sevgilisi ve o, günahkârları cezalandırırken onlardan olmuştu fark etmeden. Onun umurunda olmasa bile Park Jimin'in umurundaydı bu, önündeki yeni beyaz sayfada gördüğü siyah lekelere odaklanıyordu istemeden.
Yaptığı bencillik miydi? Bilmiyordu. Cevabını bulamadığı soruları sakladığı sandığın kapağını kapatamıyordu artık. Korkuyordu, cezalandırılmaktan, tanrının ağına takılmaktan ölesiye korkuyordu.
"Chim, hızlı ol!" yatak odasından ona seslenen kalın kadife sesi duymasa daha ne kadar dikilirdi kim bilir orada.
Derin bir nefes aldı, spot ışıklardan yüzüne düşen ilginç gölgelere baktı son kez ve banyo dolabından lazım olabileceğini düşündüğü birkaç şeyi alıp Kim Taehyung'un ona verdiği çantaya koydu. Yüksek ihtimalle bir daha göremeyeceğinden geriye dönüp kısa bir bakış attı geniş banyosuna ve sonra yavaşça çıktı oradan.
Görüş alanına o girdi sonra, üzerinde Park Jimin'in eşofmanı vardı ve fazla komik gözüküyordu, paçaları bileklerini bile örtmemişti çünkü. İstemsizce kıkırdadı, zihni bir anlık rahatlarken Kim Taehyung duyduğu ses ile ona dönmüştü. Onun neye güldüğünü anlamak ister gibi kendi de dolabın üstündeki aynadan altına baktı, vücudunu yatağa oturturdu ve o da gülümsedi haline.
Park Jimin yatağın üzerinde, sevgilisinin yanında duran devasa bavulun fermuarını açmaya çalışıyordu o bunu yaparken, nedense acele ediyordu ve fermuar bir şekilde açılmıyordu. Sinirleri gergin olduğundandı belki de, belki de buradan bir an önce gitmek istediğindendi; Kore'de soluduğu her nefes ciğerine batar olmuştu artık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Morgue × vmin ✓
Fanfiction[angst] Seri katil Kim Taehyung ve morg çalışanı Park Jimin'in hikayesi. ©fiorejade 13.08.2017 - 19.04.2018