"Nereye gidiyoruz?" Merakla sormuştum. Haklıydım çünkü nereye gideceğimiz hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
"Bay Ukala, Bay Umursamaz mı oldu yoksa? Nereye gittiğimizi sorduk dimi" Umursamaz lafını duyunca bir an duraksasa da cevabını verdi
"Bayan Ukala'da, Bayan Şapşal oldu heralde.. Sabahın kaçındayız İmge! Nereye gidiyor olabiliriz? Kahvaltı yapıcaz"
"U-ka-la" dedim sırıtarak. Bu çocuk gerçekten de zekiydi. Ve Başbelası olamayacak kadar da masum..
Eli belimdeydi halâ... Çok garip hissediyorum. Bana birden bire bu kadar yakın olmasına bir anlam veremiyordum.
Ama sesini duymam lâzımdı.. Bana cevap yetiştirme çabasına girdiğini hissetmem lâzımdı.
"Yürüyecek miyiz"
"Sakın bana saçlarının bozulacağını ya da onun gibi şeyleri söyleme!"
"Sadece üşüyeceğim.. Sabahları hava serin oluyor.."
"Ve bizim Şapşal Prensesimiz de bugün üşüyeceğe benziyor." Gerizekalı aynını dedim ya..
"Şapşal ha? Ukalâ ya ne oldu?"
"Aa... Tabii ukalâlığında var ama şapşallığın daha bir ağır basıyor.."
"Yaa.. Mesela?"
"Kızım, şimdide saf prensese terfi ettircem seni. Hem sabahları serin olur diyorsun hem de yanına kıyafet almıyorsun. Şapşalsın işte. Hem de bunu anlamıyorsun ya; safsın işte." Sinirle elini belimden aşağı ittirdim, ve yürümeye başladım. Bir yandan da söyleniyordum.
"Hıhh... Ukalâdan şapşala, şapşaldan safa.. Sen nesin acaba? "
Sahile soğru yürüdüğümüzü fark ettim. Orası daha soğuk olacaktı. Bu çocuk tüm bunları bilerek mi yapıyordu? Üşümeme rağmen hiçbir şey demedim. Zaten o da konuşmuyordu ki, yanımda öylece yürüyordu. Birden iyice yaklaştı.. Ve tekrar elini belime doladı.
Ama... Bu seferki farklıydı. Benide kendine çekmişti.. Kafamı boyun çukuruna gömmüştü ve kokusu... İnanılmazdı. Acaba parfümünü sorsam kızar mıydı? Bir anda sabah benimde parfüm sıktığım geldi aklıma ve onunda aynı duyguları yaşaması dileğiyle gülümsedim.
Bu çocuk... Okulda çok farklıydı. Yani.. Her ne kadar onun bir başbelası olduğunu düşünmesemde, böyle iyi bir Mete hayal ettiğimde söylenemezdi.
Bir restoranta girdiğimizi fark ettim. Sahile pek yakın değildi ve biz hâlâ konuşmamıştık.
"Başka bir yere gidelim mi?'' diye sordum. Ancak bakışlarımın çok masumca çıktığına eminim. Zaten ben konuşmaya başlar başlamaz göz göze gelmiştik.
Baktı ve güldü "pekii" dedi. Sesi çocukçaydı ve şuan benimle dalga geçtiğini anlamamak çok zor olurdu. Sahile yürüdük.
"Küçük hanım kahvaltısını nerede yapmak ister?"
"Bilmiyorum ama o tarz yerlerde kendimi rahat hissedemiyorum" halâ birbirimize dolanmış olarak yürüyorduk ama yüzüne bakamıyordum.
Cevapda vermemisti zaten. Bu sefer sahilde çok tatlı bi cafenin önünde durduk. Ama içeri girmedik. Mete benden birazca uzaklaştı, elleri belimden ayrılmadan yüzüme baktı. Yine o yeşil gözlere dalıyordum ki
"Eee, bakalım prensesimiz burayı beğendi mi?" dedi..
"prenses mi?" diye sordum ama aptal aptal güldüğümünde farkındaydım..
Yüzümü tekrar boynuna gömdü, cafeye giriyorduk
"Evet, ukalâ, umursamaz ve saf bir prenses.." sesi fazlasıyla huzur vericiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
U-KA-LA
RomanceBence her şeyin en kötü yanı onu kaybetmem değildi. Kendimi kaybetmemdi.