~21~ ABİ

1.2K 255 105
                                    


Afalladım, kuş gibi çırpınan kalbim bir kağıt parçası misali ezildi ve buruştu. Sonra ruhumun külleri yaktı. Sönen ruhum tutuştu.
Kuruyan dudağımda dilimi gezdirdim.

"Beni öldüreceksen, diriltmene gerek yok." Dedim fısıltıyla.

Oturduğum sandalyeyi geriye iteledim, ahşap zeminden çıkan ses kulaklarımı tırmaladı ama umursamadım. Buğra'nın soluk yüzüne baktım.
Hareleri titrerken, elleri daktilonun üzerinde duruyordu. Alnına dökülen saç tellerini iteledi ve sırtını sandalyeye daha fazla yasladı.

"Nereye gidiyorsun?" dedi, kibar olmayan bir sesle.

"Dışarı, biraz hava alacağım." Diyerek adımlarımı kapıya yönlendirdim lakin gür ses olduğum yere beni çiviledi.

"Gidemezsin, saat geç oldu."

Yüzümdeki yansıma gardırobun aynasına düştü. Yeşil gözlerime, şeytanın üflediği tozlar  saçılmıştı. Yorgundum, ruhen bataklıkta büyük bir mücadele veriyordum.

"Senden izin alan yok Buğra. Bana emir verebilecek bir konumda değilsin." Diyerek konuya bir çizgi çektim ve kendimi dışarıya attım. 

Nefesim, ciğerlerime yetmiyordu.
Ellerimle boğazımı kavradım ve beni şefkatle örten gökyüzüne çevirdim bakışlarımı.
Çok güzeldi, kuş olup uçmak isteyecek, ruh olup orada yaşayacak kadar güzeldi.

Ölüm, hevesle kabardı içimde lakin hiç varolmamış gibi yok olmak bana ihanet olurdu. Bu yüzden bekliyordum, süslü cümlelerin arasında beklettiğim ip, sabırsızlıkla dolanıyordu ruhuma ama vakti gelmemişti.

Hep düşündüm, Buğra hayatıma ansızın girdiği günden beri. Ben, buraya ait değildim. Belki bir okyanustu benim evim ama burası olmam gereken bir mekan değildi. Annem, beni bekliyordu fakat  şeytanın kaba elleri iteledi bu düşünceleri. Anlaşılan bana yazılan senaryoya uymak zorundaydım.

Yavaş adımlarla iskeleye yürüdüm.
Her attığım adım, beni bataklığa daha fazla gömdü ama aldırış etmedim. İstediğim yere ulaşınca anılar, kalbime kancasını taktı
Unuttuğum şeyler üzerime yıkıldı, can verdim kendi enkazımda.

Rüzgar, tenime çarpınca hızlanarak iskeleye oturdum. Suların boğuşma sesi, ruhumu ürküttü. Kalp atışlarım şakaklarıma vurmaya başladı. Ayakkabılarımı çıkardım. Korkudan alamadığım nefesimi bana verecek olan ayağıma dolanan yosunlardı. Daldırdım ayaklarımı.

Ayağımı hareket ettirdim ve ay ışığının vurduğu denizde gittikçe büyüyen dalgaları şevkle izledim. Acı, sarmıştı her zerremi.
Ayağımla su kütlesini iteledim, dalgalar büyüdü, olgunlaştı ve beni yuttu.

Zaman kavramı kaybolmuştu, yelkovan akrebin peşinden kaç döndü bilmiyorum Soğuk su, titrememi artırdı. Kollarımı bedenime sardım. Su, canımı yakmaya başlamıştı. Oluşan kabarcıklar, kaşımam için dehşetle çığlık atıyordu.

Gözpınarlarımda akmak için biriken zehir, ayağımı kesip atmamı isteyecek kadar cüretkardı. Ayağımı çekmek istedim  debelendim ama su beni esir etmişti. Zümrüt gözlerimi kendine yosun yapmak istiyordu.

Derin bir nefesimi dışarıya bıraktım, ayaklarımı gücüm beni terketmeden son bir gayretle çektim. Bu sırada birisinin varlığını hissettim. Arkadan duyduğum adım sesleri yabancı değildi.

"Kafayı yedin sen başka açıklaması olamaz."

Dizlerinin üzerine eğildi, elleri ayak bileğimi kavradı. Su, sanki beni sarhoş etmişti. 

"Kainat, bana bak."

Gözlerimin nerede takılı olduğunu anlayamadım çünkü deniz benden zümrütlerimi çalmıştı. Yanağımı kaplayan sıcak avuçları hissediyordum ama bakışlarımı bulamıyordum.

Gözyaşı Kesesi      Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin