1- MUTLULUK NEYDİ?

2.6K 159 508
                                    

Medya : Derin ve Demir

Gerçek mutluluk neydi?

Her şeyi unutup öylesine kahkaha atmak da neyin nesiydi? Gerçek mutluluk gözyaşlarını içine akıtmak mıydı? Ya da her günün zehrini içine atıp her şeye rağmen 'Ben iyiyim ve mutluyum!' diyebilmek miydi? Diyemeyen, demek istemeyen mutlu değil miydi? Yoksa kendini kandırmaktan mı kurtuluyordu?

Kendimi belki de kandırmak istemiyordum. O yüzden mutlu olamıyordum? Zor şartlarını bildiğim halde olmak mı istemiyordum? Ya da bütün gücümü hayatta kalmaya harcadığım için miydi? Mutluluğu anlamak hissetmek zor gelse de yıllardır 'Dayanmaktan ve kalkmaktan' başka bir şey yapmadığım için bunlar daha kolay geliyordu. Kolaydan ziyade yapabildiğim tek şey desek daha doğru olurdu.

Yıllardır yaptığım ama bütün gücümün sömürüldüğü bir yol izliyordum.

Çok canım yanmıştı artık kimse yakamaz gibi geliyordu. Bir insanın kalbinde ailesi yara açmışsa kimse canını acıtamazdı artık, çünkü zaten güvendiği en büyük dağdan bir kazık yemiş oluyordu.

Bu ne kadar sürecekti bilemiyordum. Sonumu kestiremesem de bugünümü, yıkılmamak için yapacağım hataları, kendime zarar verişlerimin izlerini, kestiriyordum.

Hatalarımdan bir tanesi ailemdi. Ya da onların hatasıydı. Benim bu hale gelmemin en büyük paylarını onlar taşıdıkları halde, hem herkese hiçbir şey olmamış gibi rol yapıp herkesin önünde sergiledikleri oyunun acısını benden çıkarıyorlardı. Hem de benden de mutlu bir evlat rolü yapmamı istiyorlardı.

Bunlar onların hatası mıydı? Yoksa onların nefretini gösterme şekli miydi? Bu sorduğum soruların cevabını bulmak için o kadar yıpratmıştım ki kendimi. Ama zerresi yoktu hala ellerimde, cevapların.

Ben hayatın acımasızlığından kendimi bir şekilde korumaya çalışırken soğuk ve kaba kişi ben oluyordum. Sırf bu saydıklarımı yapmıyorum diye, kötü oluyordum. Bu adalet miydi?

Bazen diyordum ki kötü olmak gerekiyor bu hayata, nasıl olsa ilk hatanda kötü olacaksın.

Karanlık içinde kalan aydınlık bileklerini kesmiş ölmesini bekliyordu. Ama içimdeki kız çocuğu, o kandan beslenip ayakta kalıyordu.

O küçük çocuk 'Zoru dene kalbimi kırma, her kilidin bir anahtarı vardır! Vazgeçme.' diyordu. Vazgeçmemek bu kadar kolay mıydı?

Ben onu kırmak istemezdim ki. Ben kırılmayı en ağır şekilde öğrenmişken bana ait gerçek bir tek o kalmışken onu nasıl kırardım ki? Ben bir yandan ailemle, bir yandan sözde arkadaşlarımla, bir yandan da ölen ikizimin acısını çekerken onu nasıl kırmak isterdim.

Evet, hayattan diğer parçam kopup gitmişti benim, içimi yakan bu vedaya şahit olmuştum ben. Hayattaki tek bağım kopmuştu benim, daha nasıl anlatabilirdim ki?

Acıdan her gece kıvransam ne fayda, kime ne faydası var?..

Hayat mıydı, beni bu hale getiren yoksa ben miydim hayatımı bu hale getiren?

Kafamı iki yana sallayıp kafamdaki düşüncelere şimdilik müsaade etmedim. Hala yaşadığını hissedebilmek, belki de kendimi kandırmak istiyordum. Başarıyordum sanırım, sanki bir yerlerde hala nefes alıyordu. Sanki tam kopamamış, tam gidememiş, tam öldürememiş gibiydi beni...

Ne kadar umursamamaya çalışsam da, içimde bir yerlerde canavarın arkasından bizi takip ederken canavara darbe indirmek için benim tavizimi bekleyen bir kız çocuğu, vardı. İçimdeki kız çocuğu, hala babama olan hayranlığımı koruyordu. Anneme olan sevgimi derinlerde bir yerde saklıyordu. İşte tam da buydu acizlik. Beni en çok bu mahvediyordu.

Çareler ÇaresizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin