Soğuk.
Bulunduğu yerin özeti buydu Yoongi için. Yatmakta olduğu zeminin soğukluğuna bir anlam veremedi, Hoseok'a ait olan yatak ne kadar da sıcaktı halbuki. Sesi de daha farklıydı buranın. Şöminede yanan odunların bitmek bilmez çıtırtısı yerine kulağına ulaşan melodi su sesini andırıyordu. Biraz daha keskin, biraz daha yabancıydı bu melodi.
Birbirine yapışmış gözkapaklarını güçlükle araladığında gördüğü tavan da Hoseok'un küçük ve samimi eviyle ilgili hiçbir şey barındırmıyordu. Daha yüksekti, daha süslüydü. Burası kesinlikle en son hatırladığı yer değildi.
Vücudunun acıyacağını düşündüğü için son derece yavaş hareket ediyordu fakat hiçbir sızı hissetmedi. İçinde bulunduğu duruma anlam veremiyordu. Yattığı yerden doğrulup önce oturur pozisyona geçti.
Gördüğü yer hayal bile edemeyeceği kadar güzeldi. Duvarları ve zemini yapıldığı altının etkisiyle ışıl ışıl parlayan, ucu bucağı gözükmeyen geniş bir odadaydı. Ellerini yere bastırıp ayağa kalkarken gözleri durmaksızın odayı inceliyor, gördüğü her şeyi sonsuza kadar hatırlamak istiyordu.
Kocaman odanın bir ucunda sonsuzluğa uzanmış gibi duran onlarca basamak, basamakların ucunda ise sapsarı odada eşi benzeri bulunmaz bir grilikte parlayan geniş bir taht bulunuyordu. Tahminlerine göre bu tahtın uzunluğu yaklaşık üç metre, eni ise Yoongi'nin rahatça yatabileceği kadar genişti.
Tahta ve tahtın üzerinde parıldayıp duran değerli mücevherlere hayatının sonuna kadar bakabilirdi Yoongi. Yine de merakı üstün geldiğinden dolayı gözlerini ayrılmaya zorladı ve başını odanın diğer tarafına çevirdi.
Odanın iki farklı yarısı, iki farklı dünyayı andırıyor gibiydi. Bu kısımda da pahalı gözüken bir şeyler görmeyi bekleyen Yoongi'nin kaşları ilgiyle havalandı. Yanılmıştı. Gördüğü tek şey ahşap bir sandalyeydi; biraz eski, bir ayağı kırılmaya yüz tutmuş ve sıradan bir sandalye.
Sandalyenin arkasındaki parlak duvar ilgisini çektiğinde oraya baktı. Üzerindeki kıyafetler hatırladığından çok daha farklı gözüküyordu. Siyah gömleği, beyaz önlüğü ve boynunu çevreleyen kırmızı kravatı onun gözüne çok garip gelmişti. Bu kıyafetlerinin Hoseok tarafından yakıldığını kendi gözleriyle görmesine rağmen üzerinde bunların olması kaşlarını çatmasına sebebiyet verdi.
Hiç beklemediği bir anda duvardan yansıyan beden onu şaşırtmıştı. Yavaş hareketlerle kendisine yaklaşan bedeni hiç tanımamasının verdiği huzursuzluk yüzünden arkasını dönüp yansımanın gerçek bedenine baktı.
Yoongi'den biraz daha uzundu bu kişi. Yeni yeni duyulmaya başlayan topuk sesleri eşliğinde ona yaklaşırken, diğeri tepkisizliğini koruyordu.
Aralarında belli bir mesafe kalınca durdu, yabancı bedenin sahibi. Beyaz ve işlemeli eldivenli elini avuç içi yukarıda olacak şekilde, nazikçe kahverengi gözlü olana uzattı. Yüzünde anlamsız bir tebessüm vardı- yine de güven verici gözüken bir tebessümdü bu. Düzgünce ayrılmış gri saçları da pahalı gözüken lacivert takımı ve omuzlarındaki gümüş plakaları gibi, loş ışığın altında ışıl ışıldı. Geriye attığı beyaz pelerini ise tüm ihtişamıyla omuzlarının gerisinden dökülüyor ve yerde sürünüyordu.
Yoongi ona karşı güven hissetti nedensizce. Bir şeye davet edermiş gibi duran ele sessizce bakıp kendi elini onun elinin üzerine koymak için kaldırdı. Tereddütle birkaç saniye havada duran eli diğerinin eline kapanmak üzereyken omzunda hissettiği ağırlık yüzünden bir kez daha donmuş oldu.
Omzunun üzerinden baktığında Hoseok ile göz göze geldi. Derin bir nefes aldı; yabancı bir yerde tanıdığı birini görmek huzursuzluğunu bir miktar da olsa azaltmıştı.