"Bu böyle devam etmemeli." Genç kız; elleri kardeşinin ellerinin arasında, gözleri tedirgin, yüreği bıkkın haldeyken söylendi yorgun ses tonuyla. Derince nefeslendikten sonra devam etti. "Eğer ederse Yoongi daha fazla dayanamaz. Ya ölecek, ya pes edecek."
Ablası üzgünce başını yere eğdiğinde Xavier'in elleri sıkılaşmış, ablasının küçük elleri onun yara bere içerisindeki parmakları tarafından daha fazla kavranmıştı. Gözleri endişe ve korkuyla dolarken kelimelerini olabildiğince düzgün seçmeye çalışarak konuştu.
"Kapımın önündeki muhafızlar konuşurken duydum, babamız bazı kardeşlerimizi Yoongi'ye işkence etmesi için... zorluyormuş."
Çekinerek bakışlarını başka bir yöne çevirdi. "Sen o zorladıklarından biri misin?"
Iole, duyduğu şeyle birlikte eğdiği başını şaşkınca kaldırdı. Demek Yoongi'nin kendisinden korkma nedeni buydu.
Hafifçe gülümsedi genç kız. "Hayır, beni zorlamıyor." Kendini gülmeye zorlarken sözlerine devam etti. "Sanırım karnımdaki bebeğin bana tek faydası bu."
"Bu şekilde daha ne kadar yaşayacaksın?" Kardeşinin ses tonu birden bütün naifliğini kaybedince ona bakma ihtiyacı duydu Iole. Onun öfkeyle camlaşmış gözleri kendi sarı gözlerini karşıladığında yeniden şaşırmıştı.
"N-ne diyorsun Xavier? İntihar etmem gerektiğini mi-"
"Hayır!"
Ellerini ablasının ellerinden çekip gözlerini kapattı. "Hayır, asla böyle bir şey söylemem. Demek istediğim o değildi." Zehir yeşili gözler Iole'nin sarılarıyla yeniden buluştuğunda Xavier, hayatında hiç olmadığı kadar ciddiydi.
"Babamızın Yoongi'nin yanına aralıklarla uğrayıp çok geçmeden hemen ayrıldığını söylemiştin değil mi?" Iole başını salladığında Xavier sesini alçaltarak sözlerini sürdürdü. "Çünkü Yoongi inanılmaz güçlü bir enerjiye sahip ve bu ona ölümcül derecede zarar veriyor. Anlıyor musun? Eğer muhafızlar ile bir olup babamızı kahinle aynı odaya kilitleyebilirsen o ölür! Bu inanılmaz bir şans, abla. Bir daha benzerini elde edemeyeceğimiz bir şans."
"Ama... Babamıza bağlı olduğumuzu biliyorsun Xavier. Sen hariç bütün kardeşler ona bağlı. O ölürse..." Kız sessizliğe büründüğünde kardeşi başını soğuk, demir parmaklıklara yasladı.
"Hepiniz ölürsünüz, biliyorum." Yeşil gözler yaşlarla dolduğunda o güzel gözlerin sahibi sesini kontrol altında tutabilmek için uğraşıyordu. "Fakat fedakarlıklar olmadan zafere ulaşılamaz. Bu konu hakkında çok düşündüm. Seni feda etmek benim için... öylesine zor ki abla. Sen benim her şeyimsin. Fakat... fakat..."
Gözyaşları akmaya başladığında elleri parmaklıkları sımsıkı kavramıştı. "Fakat zafer için seni feda etmem gerekiyorsa ne yapabilirim ki? İleride kendimi feda etmem gerekirse ne yapabilirim? Uğrunda savaştığımız şey adına ölmek... böylesine aşağılık hayatlarımızı yaşamaktan daha iyi olmaz mıydı? Kesinlikle olurdu. İnandığın şey uğrunda ölmek ne büyük bir onur. Ne büyük bir başarı, ne güzel bir ölüm. Evet, öyle olmalı. Öleceksek bu yüzden ölmeliyiz. Değil mi? Evet, evet."
"Xavier, kendine gel!"
Ablasının uyarısıyla fark etti mor saçlı genç, kendine zarar vermekte olduğunu. Parmaklıkları öylesine sıkı tutuyordu ki avuç içlerindeki yaralar açılmış ve kanamaya başlamışlardı. Iole, aklını kaybetmişçesine sayıklayan kardeşinin saçlarını hafifçe okşadı. "Belki de haklısındır Xavier, bu hayatı yaşamayı ben de istemiyorum."
Gülümsedi, silik olsa da içtendi bu tebessümü. "Yapacağım."
"Abla..."
Diğeri gözlerini paramparça olmuş gömleğine silerken o da yüzüne minicik bir tebessüm oturttu. "Teşekkür ederim."