O gün havaya yakıcı bir soğuk hakimdi. İkisi arasındaki sessizlik ise uzadıkça uzuyor, ağızlarından tek bir kelime dahi dökülmüyordu. Neşeleri toz olup havaya karışmıştı sanki.
Issız ve toprak bir yolda yan yana yürüyen ikiliden kısa olanı oldukça düşünceliydi. Bitmek bilmez bir fırtına tüm beynini esir almış, zavallı düşünceleri ise zayıf vücutlarını toparlayamadıkları için bir oraya bir buraya savrulur vaziyetteydi. Düşünmemeye çabaladıkça daha da derinlere gidiyordu kontrol edemediği zihni. Ne kadar uğraşırsa uğraşsın Yoongi'nin kafasının içindeki düğümlenmiş koca yumak hala orada durmakta ısrarcıydı.
Sessizce iç çekti. Acaba ailesi ne yapıyordu?
Dalıp gitmiş gözleri yüzünden düzgünce göremezken, Hoseok elini onun göğsüne koyup durdurdu. İrkilerek kendine gelen mucit o an fark etti önündeki muhafızı. Ne kadar uzun süre yürüdükleri hakkında bir fikri yoktu, uyuştuklarını yeni yeni fark ettiği parmakları ona bu sürenin pek de kısa olmadığını haber vermekteydi.
Az önce neredeyse çarpmak olduğu muhafıza çevirdi bakışlarını. Yoongi ile neredeyse aynı boydaydı ve elindeki uzun mızrakla nöbet tutuyordu. Koruduğu yerde göz alabildiğine uzanan, ucu bucağı neredeyse gözükmeyen kocaman, taştan bir duvar; nöbetçinin hemen arkasında ise yine taştan koca bir kapı vardı.
"Sizi burada görmek büyük bir onur." dedi muhafız, elini kalbine koyarak zarifçe eğilirken. Bu ilk karşılaştıklarında Jungkook'un da yaptığı hareketti.
Hoseok aynı şekilde karşılık verince eli ayağına dolaşan Yoongi de hızlıca eğilerek onu taklit etti. Doğrulduklarında turuncu saçlı olan konuşmaya başladı.
"Buraya başka biri geldi mi?" Muhafız başını iki yana sallayarak reddetti onu. "Hayır efendim, sadece siz ve öğrenciniz."
Hoseok başını salladı ve saçlarını düzeltti.
"Gelenleri içeri almayacaksın. Nedenini soran olursa gelip bana sormalarını rica et."
"Emredersiniz."
Nöbetçi tekrar eğildikten sonra hızlı bir hareketle arkasını döndü ve Yoongi'nin yeni fark ettiği halatı çekiştirerek kapıyı oluşturan taşın yavaşça yükselmesini sağladı.
Yoongi ufak adımlarla kapıdan geçtiğinde hortlak da onu takip ediyordu. Taş kapı arkalarından büyük bir gürültüyle kapandığında yalnızca ikisi kalmıştı.
Kapının arkasındaki yer büyükçe bir ormandı. Dökülmüş yaprakları ile çırılçıplak kalmış ağaçlar şimdi pek iç açıcı gözükmeseler de, birkaç ay sonrasında mükemmel olacakları belliydi. Kulağa ulaşan su sesi haricinde gürültü olmayan bu orman oldukça hoştu aslında.
"Rahatlatıcı, değil mi?" diye sordu Hoseok uzun zaman sonra ilk kez yanındaki ile konuşarak. Yoongi başını salladı. Biraz ileride gözüne kestirdiği ahşap, küçük masanın üzerinde duran tek tük silahlar ve masanın çok az uzağındaki birkaç tabure haricinde insan eli değmemiş bir yerdi burası. Mucit, hatırladığı en eski anısından itibaren böyle yerleri sevmişti. Etrafına biraz daha bakındıktan sonra ilerleyip taburelerden birine oturdu. Hoseok onun karşısına oturup gülümsedi.
"Buranın bayağı ilerisinde gelecekte çalışacağımız eğitim alanı var, bugün orası ile işimiz olmadığı için burada olacağız. Merak ettiysen oraya da gidebiliriz."
Yoongi onu şaşırtacak bir cevap verdi. "Hayır, teşekkür ederim."
Hortlak onun ne hissettiğini anlamaya çalışıyordu. Onun düşünmekten kafayı yemek üzere olduğunu bilmesine rağmen, bu konuda yanında olmaktan başka bir şey yapamazdı. Anlayışla başını salladı ve ellerini kucağına birleştirdi.