"Bu gerçek değil."
Yoongi'nin duyduğu fısıltı kaşlarını çatmasına neden olmuştu. Bembeyaz bir hiçlikte dururken etrafına bakınıp fısıltının kaynağını aradı. Etrafında hiçbir şey görünmezken tekrar aynı ses duyuldu.
"Bu gerçek değil."
Bunu söyleyen sesler gittikçe artarak birbirine karışıyor ve yok oluyordu. Bir süreden sonra dayanılmayacak kadar çoğalmışlardı.
Yoongi kulaklarını kapatıp fısıltıları engellemeye çalışsa da, bu fısıltıların beyninde tekrarlandığını anladığında ellerini çekti. Gözlerini kısıp bu fısıltıdan oluşmuş gürültü kirliliğine direnmeye çabalarken kendi kendine söylendi.
"Tamam, anladım. Bu gerçek değil."
Bunu söylediğinde fısıltılar yavaş yavaş yok olmaya başladı. Azaldı, azaldı. En sonunda en baştaki gibi tek bir ses defalarca tekrarladı.
"Bu gerçek değil."
Ses yankılanmaya devam ederken mucidin etrafındaki beyazlıkta bir şeyler oluşmaya başladı. Kocaman açılmış gözleriyle durmadan döndü ve oluşan her şeye bakmaya çalıştı siyah saçlı. Önce masmavi çimlerin oluşturduğu bir bölge belirdi; ardından süslü, yuvarlak, küçük bir masa. Masanın etrafındaki süslü beyaz sandalyeler de en az masa kadar gösterişliydi.
Mavi çimlere ayağını uzatıp uzatmamakta kararsızdı mucit. Başından beri bulunduğu beyaz hiçlikte dikilip öylece manzarayı izlerken karşıdan gelen, gittikçe yaklaşan kişi dikkatini çeldi.
Yoongi'nin onu tanıması için gelen kişinin yakınlaşmasına bile gerek yoktu.
Beyaz eldivenleri yine ellerindeydi. Gri saçları özenle ayrılmış, üzerindeki lacivert takım ihtişamını korumaktaydı. Nazikçe çektiği sandalyeye otururken bir bacağını diğer bacağının üstüne attı ve diğer sandalyeyi işaret ederek Yoongi'yi karşısına davet etti.
Yüzündeki gülümseme her zamanki gibi aynı, gözleri kısıktı. Masadaki porselen çaydanlıktan geniş fincanına çay doldururken oldukça rahat görünüyordu.
Yoongi başından beri ona fısıldayan sese güvenerek adımını mavi çimlere attı. Sonuçta, bu gerçek değildi.
Adımını attığı saniyede fısıltı kesildi. Bu gürültüye alışmış olan beyni sessizliği bir süre garip karşılasa da o anda bu umursanabilecek kadar büyük bir sorun değildi.
Dikleştirdiği sırtı ve cesur duruşuyla davet edildiği masaya doğru yürürken kendi kendine tekrar etmeye devam etti.
Bu gerçek değil.
Bunu biliyordu fakat neden yürüdüğü çimler çok gerçek hissettiriyordu? Yüzüne vuran hafif rüzgar ve karşısında oturan Jimin neden bu kadar gerçekçiydi?
Yutkunarak sandalyeyi çekti ve oturdu. Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalışırken prens, çoktan onun için bir fincan çay doldurup önüne itmişti bile.
Bunu yaptıktan sonra kendi fincanını parmakları arasına kıstırıp zarifçe bir yudum aldı Jimin. Gözlerini Yoongi'den bir saniye bile çekmemişti.
Fincanı yeniden masaya bıraktı ve ellerini birleştirdi gri saçlı olan. Biçimli dudaklarında öncekinden bile daha geniş bir gülümseme vardı şimdi.
"Benden nefret ettiğini görmek ne kadar da hoş." Çenesini birleştirdiği ellerine yaslarken güldü. Derin bir nefesi içine çekti, sonrasında dilini dudaklarında gezdirdi. "Neredeyse nefretinin kokusunu ve tadını alabileceğim."