BÖLÜM - 3

2.4K 42 0
                                    

Quinton'in parmak boğumlan sinirden bembeyaz olmuşlardı.Bu bir erkeğin içinde patlayan öfkesinin en açık kanıtı olmalıydı. Deirdre, onun yüzüne bakıp ne kadar öfkelendiğini anlamak için başım kaldırdığında Quinton'in ifadesiz yüzü ile karşılaştı. "Ben, İskoçya'nın kraliçesi olan, Joan Beaufort'u arıyorum." Genç adam dişlerinin arasından öfkesini kontrol edercesine temkinli konuşuyordu. "Burada mı acaba?" Quinton'in birkaç adamı lordlarının yanlarında durmuş, Deirdre'nin vereceği cevabı bekliyorlardı. "Benim vereceğim cevabın hiçbir önemi yok artık. Adamların çoktan kilisenin içini talan ettiler." Genç kadın kilisenin içindeki rahiplerin ve rahibelerin hoşnutsuz seslerini işitebiliyordu. Kilisenin dışında ise geride kalan askerlerin atlarının kişnemelerin yanı sıra, kilise mensuplarının birbirlerini rahatlatan konuşmaları da bahçeyi sarmıştı.

Quinton homurdandı. "Soruma cevap vermediğine göre şüphelenmem gereken bir konu var sanırım."

"Sen ve adamların cehennemden gelen ordular gibisiniz."

"Şimdi adamlarımı alıp buradan gidiyorum kadınım. Seninle kalıp o güzel yüzünün keyfini çıkarmak istemem dersem yalan olur. Ama ilk önce görevimi yerine getirmem gerekiyor baş belası!" Lanet olsun!

Deirdre, bu adamdan nefret ediyor ama aynı zamanda garip bir şekilde kendisini, onu isterken buluyordu. Cameron Lordu, Melor gibi onursuz bir adam değildi. Ama ne olursa olsun bu adamdan uzak durmalı; gözlerinde gördüğü tutku ateşinin kendisini, içine almasına izin vermemeliydi. "Evet, sen yapman gerekeni yaptın. Ve bu adam seni kışkırtmaktan geri kalmadı." Kaie'nin sesi yüksek çıkmasa bile hoşnutsuzluğu çok açıktı.

Deirdre, temizlemek için yere eğildiği yerden, kız kardeşine baktı. Gün neredeyse geceye dönüyor olsa da işler hala bitmemişti. "Lütfen onaylamadığın bir konuda bana destek oluyormuş gibi davranma." Kaie, Deirdre'nin elindeki bez parçasını öfkeyle kovanın içine atmasını sessizce izledi. Kovadaki suyun içinden yükselen kül kokusu odanın içini kaplarken; Deirdre'nin yaptığı ağır işler yüzünden yaralanan elleri yanmaya başlamıştı. Genç kadın, kiliseye hizmet eden tüm rahibelerin içinde mertebesi en düşük rahibelerden biri olduğunu biliyordu. Bu mertebeden kurtulmak için sahip olduğu tek şans ise çalışıp yükselmekten geçiyordu. Diğer rahibelerin hepsi yataklarına yatmış, günün yorgunluğunun acısını çıkartırlarken; Deirdre hala dizlerinin üzerinde eğilmiş yer siliyordu. Odanın içi epeyce karanlık olmuştu. Ocağın içinde yanan kömürlerin ışığı bile küllerin arkasında gizlenmiş adeta odayı karanlığa boğmak için sözleşmişlerdi. Bunca çeldirici zorluğa rağmen Deirdre, ona verilen görevleri bitirmeden asla yatakhaneye gitmeyecek; Onlara merhamet etmeleri için yalvarmayacaktı. "Benim hakkımda yanılıyorsun, Deirdre." Genç kadın, kız kardeşinin yüzüne bakmak için ayağa kalkarken elindeki bezi hiddetle yere attı. Yere düşen bezin çıkardığı ses ve Deirdre'nin eteğine sıçrattığı su damlaları genç kadının umurunda değildi. "Ya senin bu sakin mizacına ne demeli? Seninle kardeş olduğumuz konusunda şüphelerim var!" Kaie, kardeşinin öfkesi karşısında sadece sakince gülümsedi. Genç kızın elleri pelerininin kemerinin üzerinde sabit bir şekilde duruyor ve donuk gözlerle Deirdre'ye bakıyordu.

"Gerçekten senin bu mutlu hallerini çok kıskanıyorum, Kaie." Kaie, Deirdre'nin bu tavırlarının karşısında artık kendini tutamıyordu. Ufak bir kahkaha sesi genç kızın dudaklarından kaçmıştı. "Bende senin Lord Cameron'ının karşısına, korkusuzca durabilme cesaretine hayranım. Ben asla bunu yapamazdım." Kaie'nin sesindeki üzüntü çok açıktı. "Bunu yapabildiğim için çok mutluyum." Deirdre yerleri silmeye başladı. "Bunu inkâr edemem."

"Kimse pişman olduğunu düşünmüyor zaten." Deirdre, Kaie'nin yüzüne bakmak zorunda olmadığı için kendini çok mutlu hissediyordu. Eğer kız kardeşi ile göz göze gelirse aralarında çıkacak olan bir tartışma kaçınılmaz sonları olacaktı. "Öyle bir adam ile tartıştığım için gurur duyduğumu söylemiyorum." Genç kadın, Kaie'nin iç geçirişini duydu. "Lord Cameron gibi bir adamın, senin tarzında bir kadından hoşlanacağını zannetmiyorum. Böyle bir adamın sessiz, sakin ve itaatkâr bir kadına ihtiyacı var." Deirdre öfke ile kız kardeşinin suratına baktı. "Sakın aynı şeyleri söylemeye başlama." Kaie'nin bakışları aynı sakinlikle kız kardeşinin suratında geziniyordu. Deirdre, Kaie'nin sakinliği karşısında öfkeden deliye dönmüştü. Deirdre kendisini küçük masum bir çocukla ya da baş rahibe ile tartışma içindeymiş gibi hissediyordu. Genç kadın, kendisini bu kadar kötü hissetmesine sebep olan kız kardeşinin canını acıtmak istedi. "Burada sahip olmak istediğin mertebeye yükselmek için çok çalıştığını biliyorum. Bugün senin önüne geçtiğim için özür dilerim." cümleleri karşısında azda olsa gururlanmıştı. "Bugün yaptığın hareketlerin bir anlamı olduğunu varsayıyorum. Her neyse sana yardım etmeleri için birilerini yollasaydım bile kabul etmeyeceğini de biliyordum." 

"Ederdim." Deirdre elindeki bezi tekrardan kovaya bıraktı. "Bunu halledebilirim. Söz veriyorum."

Kaie, kız kardeşinin inadı karşısında bir kez daha gülümsedi.  "Deirdre, burası acı çekmen için geldiğin bir yer değil. Tüm bu işler paylaşılarak yapılmalı. Senin gibi acemilerin bunun farkında olması gerekiyor." Genç kızın gözleri düşünceli bir şekilde etrafta dolandı. "İnanıyorum ki senin ruhunun ait olduğu bir yer var ama o yer bu kilise değil." Deirdre, cevap vermek için ağzını açmaya yeltensede, Kaie buna fırsat vermeden arkasını dönüp gitti. Genç kadın kız kardeşinin arkasından bakakaldı. Kaie yürürken, duvarın yanından gitmeyi tercih ediyor yolun ortasından gitmemeye özen gösteriyordu; muhtemelen kimse tarafından fark edilmek istemiyordu. Deirdre, hiçbir zaman Kaie'nin kiliseye ait olduğunu düşünmemiş, bu mertebenin ailenin en küçük kızı olan Brina'ya ait olduğunu kabullenmişti. Genç kadın, kız kardeşi görüş açısından çıkınca, olanlara sessizce güldü. Kaie'nin evlenip bir aileye sahip olacağını düşünürken, Brina'nm, Connor Lindsey ile evlenmesi herkes için sürpriz olmuştu. Kaie'nin dediğine göre Brina yazdığı mektupta gayet mutlu olduğunu söylüyordu. Açık pencereden gelen rüzgâr sesi, Deirdre'nin düşüncelerini dağıtmıştı. Tüm işleri bitirdiğinde hava tamamen kararmış olacak olsa da, genç kadın ayağa kalkıp mum yakmak istememişti. Hem gözleri karanlığa alışmış hem de ocağın içinde yanan ve kor halini almış kömürleri artık daha iyi görebiliyordu. Bir yandan da elindeki işi yapmaya devam ederken, olabildiğince hızlı  hareket ederek, camlardan sızan soğuğun kendisini etki lemesini engellemek istiyordu. Deirdre o sırada pencereden gelen bir sesten dolayı irkildi. Sesin nereden geldiğini anlamak için birkaç kez ! bakınsa da, sesin kaynağını bulamamıştı. Ses tekrardan  gelmeye başladı. Bu sefer daha yakından geliyordu. Kilisenin kilitli ahşap kapıları sanki birileri tarafından açılmaya çalışılıyormuşçasına sarsılmaya başlamışlardı.  Korku, Deirdre'yi baştan aşağıya sarsa da, genç kadın eğildiği yerden yavaşça ayağa kalktı. Genç kadın çocukken anlatılan, o korkunç Viking hikâyelerini hatırladıkça korkusu daha da artmıştı. Cehennem Ordusu diye adlandırılan Vikingliler çok uzun süredir kimse tarafından görülmüyorlardı. Çoğu  İskoçya'lının, Viking soyundan geldiği gerçeği tüm İskoç diyarı tarafından benimsenmişti. Ayrıca Deirdre,Vikinglilerin kapı çalma gibi bir alışkanlığı olduğunu ! zannetmiyordu. Genç kadın hızlı adımlarla, büyük kapıları görebilen pencerelerden birinin yanına gidip, kepenklerini kaldırdı ve neler olduğunu anlamaya çalıştı. Deirdre, pencereyi açar açmaz kapının önünde duran insanların farkına vardı.  "Barınacak yer... Barınacak yer arıyoruz.. Bu sözler kapının önünde duran dört kişiden biri tarafından fısıldanmıştı. Ama söyleyen kişinin erkek olduğuna şüphe yoktu. "Burası bir manastır." Deirdre kapıda duran insanlara bilgi vermek için yukarıdan bağırıyordu. Gecenin  karanlığında kapıda duranların kim olduğunu anlamak ı imkânsızdı. Bulutların arkasına saklanmış olan ay, sabah olmadan yağmur yağacağını müjdeliyordu. Kapının önündeki bulunan dört kişi, bir anlığına durup aralarında konuşmaya başlamışlardı. Konuşmalarını birilerinin duymasını engellemek istercesine birbirlerine yaklaşırlarken, rüzgâr üzerlerine giydikleri pelerinlerin uçlarını havalandırıyordu. Deirdre, kapının önünde duran insanların bu kadar uzun ne konuştuklarını anlayamıyordu. Genç kadın bu durumdan artık şüphelenmeye başlıyorken, barınacak yer aradıklarını söyleyen adam tekrar konuşmaya başlamıştı. "Yanımızdaki kadınlar için sizden barınacak bir yer istiyoruz." Deirdre, ne diyeceğini bilemez bir şekilde dudaklarını ısırdı. Yardım isteyen hiç kimseyi geri çeviremezlerdi. Bu, papanın en değişmez kuralıydı. Genç kadın bu çatının altında yaşadığı sürece, papanın kurallarına koşulsuzca uyması gerektiğinin farkındaydı. Deirdre acele ile aşağıdaki kapıya indi. Büyük ahşap kapıları dışarıdan gelecek olan tüm saldırılardan koruyan kilitleri el çabukluğu ile açıp karşısında duran insanlara baktı. Gecenin karanlığındaki dört kişiden oluşan bu grubu aydınlatan cılız ışıklı bir fenerden başka hiçbir ışık yoktu. "Şafak vaktinde döneceğiz, krali..." Adam cümlesini yarıda kesse bile, Deirdre, Cameron'ın kiliseyi ziyaret sebebinin tam karşısında durduğunu biliyordu. İşte kraliçe tam karşısındaydı. Üç tane kadın kilisenin içine sessizce girip, yüzlerini örten pelerinlerini geriye doğru ittirdiler. Bu üç kadına eşlik eden, adam ise cılız ışığın aydınlattığı yolu takip ederek çoktan karanlığın içinde kaybolup gitmişti. "Misafirperverliğiniz için çok teşekkür ederiz." Joan Beaufort tam bir İngiliz'di. Ses tonu ve aksam kesinlikle bunu çok belli ediyordu. Ayrıca Beaufort'un kiliseye girerken ki zarif tavrı saklamak istediği asil kimliğini açıkça ortaya koymuştu.

İskoç AteşiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin