Genç kadının düşündüğü tek şey ise Quinton ile karşılaşacakları andı. Bu büyük kalenin duvarlarında kendisini çok farklı şeyler bekliyordu. Joan'ın sözlerini hatırlayıp, kendisini cesaretlendirmeye çalışsa da, Deirdre'nin kraliçe olmadığını anladığında Quinton'in gazabından nasıl kurtulacağını bilemiyordu. Kalenin kapısına ulaşmaları için önlerinde sadece uzun bir bayır vardı. Yol kir içindeydi. Deirdre'nin atı daha fazla yürümek istemiyormuş gibi kişnese de, Coalan, atın dizginlerini ele alarak zavallı atı kendilerini bekleyen demir kapılara kadar yürümeye zorlamıştı.
"Beni dinlemeniz gerekirdi." Coalan başını iki yana salladı. "Şimdi yüzünüzdeki yaranın sebebini lorduma açıklamak zorunda kalacağım. Ve lordum bundan kesinlikle hoşnut olmayacaktır." Coalan arkasını dönse de, hala homurdanmaya devam ediyordu. Deirdre bu huysuz adama gülmekten kendisini alamamıştı. Deirdre'nin yüzü onun söylediği gibi yaralanmamıştı. Genç kadın ellerini kaldırıp, yüzünü sildi. Yere düştüğünde oluşan birkaç fazla çizikten başka bir şey yok gibi hissediyordu. Coalan'a göre Deirdre, bir İngiliz olduğu için bu çizikleri büyük birer yara gibi kabullenecek ve onlar için ağlayacaktı. Genç kadın, Joan'ı ve yeni evlendiği adamın kavuştuğunu düşündükçe içi içini yiyor, en azından o kadının mutlu olmasını istiyordu.
Kulenin iç kısmı, büyük ve bir sürü küçük yapıdan oluşmuştu. Deirdre, kalenin içinde bulunan kilisenin,camlarının renkli detayları karşısında şaşırmış ve kalenin bu kadar zevkli döşeneceğine ihtimal vermemişti. İç kısımdaki kuyuların varlığı da Deirdre'yi şaşırtmış ama aynı zamanda bu kuyuların kalenin çok iyi korunduğu anlamına geldiği için, genç kadının ürpermesine neden olmuştu. İç kısma hâkim olan çiçek kokusu, duvarları sarmaşık gibi saran asma çiçeklerden etrafa yayılıyor, Deirdre'nin daha önceden babasından duyduğu gibi doğudaki bazı kalelerde ki sistem gibi, sebzeler, kalenin iç kısımlarında yetiştiriliyordu. Genç kadın yetiştirilen bitkilere daha yakından bakınca, bazılarının sebze, bazılarının da meyve olduklarını gördü. Kaleyi dışarıdan gören birisi, sebzelerin burada yetiştirildiğini anlamaz, bu sayede Cameronlar olası bir saldırı sırasında kıtlığı önlemek için endişe içine düşmezlerdi.
"Lord Cameron birazdan sizi görmeye gelecektir. Şu anda kendisi orucunu açıyor." Coalan, genç kadının atını kalenin dibine kadar getirdi. Kalenin üzerinde nöbet tutan askerler Deirdre'yi inceliyor, kadınlar ise şaşkınlık içerisinde genç kadının giysilerine bakıyorlardı. Birden fazla insan, Deirdre geçtikçe saygılarından dolayı eğiliyor, genç kadın ise utançla kızarıyordu. Kraliçe haklıydı. Bu kıyafetler bir köylüyü bile kraliçe gibi gösterebilirdi. Ama farkı anlayacak tek kişi Quinton Cameron'dı. Deirdre'nin bedeni gergin bir şekilde kasılmıştı. Joalan'ın en güvendiği adamlardan biri olan Quinton'ın, Deirdre'ye karşı tavrının ne olacağını yalnızca Tanrı biliyordu.
İşte, Quinton'in kalesinin içinde sıkışıp kalmıştı. Quinton'm izni olmadan buradan ayrılamaz hatta nefes bile alamazdı.
"Bayan bu kadar korkmanıza gerek yok. Lordumuz Çok iyi bir adamdır." Coalan'ın sesi Deirdre'yi kendine getirmişti. Genç kadın kafasında kurduğu düşüncelere o kadar dalmıştı ki,Cameron askerinin kendisini beklediğini unutmuştu. Coalan, Deirdre'nin kolunu tutup genç kadını kapıya doğru götürürken, askerin yüzündeki ifadeden bir İngilizce dokunmanın verdiği tiksinti çok belli oluyordu. Deirdre nereli olursa olsun bu aşağılayıcı ifade karşısında hızla kolunu çekip kendi ayaklarının üzerinde durdu. Kimsenin acımasına ihtiyacı yoktu. Coalan'ın gözlerindeki tehdit her ne kadar genç kadını ürkütse de, O cesaretini toplayıp yürümeye devam edebilecek kadar İskoçyalıydı. Öfkeli askerinin dudakları sinirden bembeyaz olmuştu. "Sizi teslim ettiğim için çok mutluyum bayan." Deirdre'ye uzanıp, genç kadının bağlı ellerinden tutup merdivenlerden çıkarmaya başladı. Genç kadının uzun pelerini yürümesini zorlaştırıyor, elleri olmadan eteklerini toplayamıyordu.
"Ellerime ihtiyacım var." Deirdre'nin öfkesi İskoç aksanını bastırmıştı. Coalan homurdanarak, şüphe ile genç kadına bakıyordu. Deirdre ne yapacağını bilemez bir halde eteklerini ellerinin el verdiği şekilde toplayıp sert adımlarla merdiveni çıkmaya başladı. Arkada kalan,asker hala homurdanıyordu. Çıktıkları salonun dışarıya açılan balkon kapıları bahar havasının içeriye dolmasına izin vermiş, odanın ferah bir hava ile dolmasını sağlamıştı. Cameronların iyi bir yaşam sürdükleri, salonun içine yerleştirilen yemek dolu masalardan belli oluyordu. Taze ekmeğin kokusu, Deirdre'nin burnuna geldi. Midesi, genç kadının kontrolünün dışında gurulduyor olsa da, yemek masasının başında oturan Quinton Cameron'ın gölgesi, Deirdre'nin iştahını anından kesmişti. Lordun, masası diğer masalardan yükseğe yerleştirilmiş, duvarına da bir kilim asılmıştı.
Masanın üzerindeki yemek tabakları ve bardakları gümüşten yapılmış, Liddell Lordu'na layık bir şekilde servis edilmişlerdi. Quinton Cameron, masasının her iki yanına oturmuş adamları ile koyu bir tartışma içerisindeydi. Adamlarının, kütlerinin üzerine dikilmiş olan kuş tüyleri her birinin rütbesini gösteriyordu. Deirdre'nin odaya girdiğini fark eden birkaç adam fısıldamaya başlamış, bu fısıltı kısa sürede odayı kaplamıştı. Quinton neler olduğunu anlamak için başını kaldırıp fısıltının sebebine baktı.
Deirdre bayılacak gibi olduğunu hissetse de çenesini havada tutuyor, korkusunu kimseye, özellikle Cameron'a belli etmek istemiyordu. Quinton Cameron, elindeki bardağı masanın üzerine bıraktı. Lordun, hizmetine bakan genç çocuk bardağı doldurmak için hızla basamakları çıkarken, Cameron sabit gözlerle Deirdre'ye bakıyordu. Genç kadının sırtından aşağıya inen bir ürperti, Deirdre'nin duruşunu bozmasına engel olmamıştı. Tüm soylu adamlar ve askerler, Quinton Cameron'ın vereceği tepkiyi bekliyorlardı. "Coalan, bu bayan size Joan Beaufort olduğunu mu söyledi?" Coalan' yüzündeki ifade çok karışıktı. Deirdre, genç adama bakmamak için bakışlarını farklı bir yöne çevirse de, yanakları utançtan kızarmıştı.
"Coalan," Quinton masanın başında gürledi. "Sana kraliçe olduğunu mu söyledi?"
İskoçyalı asker lorduna baktı. "Hayır, efendim. Ama üzerindeki kıyafetler öyle olduğunu gösteriyordu."
"Pekâlâ." Quinton'ın yüzü ifadesiz ama sesi sertti.
"İngiliz askerleri ile bir handa kalıyordu. Süslü bir eyere sahip atı da onunla birlikteydi." Deirdre, odanın içindeki herkesin kendisini incelediğinin farkındaydı. Üzerindeki kadife kaftan ve yakası inci işli iç astarı; odanın içinde yer alan kadınların kıskanç bakışları altında parlıyorlardı. Ama herkesin dikkatini en çok çeken şey Deirdre'nin başının üzerindeki tacıydı.
"Onu buraya getirin."
Deirdre, Quinton'ın sesindeki otoriteden karşısındaki adamın ne kadar güçlü ve yenilmez bir lord olduğu gerçeğini bir kez daha anlamıştı. Adamları, efendilerinin emrini anında yerine getirip; Deirdre'yi kollarından tutup onun önüne getirdiler. Genç kadın öfke ile ellerini Quinton'a gösterdi "Kendim yürüyebilirdim." Deirdre öfke ile konuştukça aksam ortaya çıkmaya başlamıştı. Coalan, bu aksam duyunca kafası karışmış bir şekilde Deirdre'ye baktı. Genç kadın eteklerini toplayıp, sessizce masasının arkasındaki bölüme giden Quinton'i takip etmeye başlamış, tüm o meraklı gözlerden koşarak uzaklaşmıştı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
İskoç Ateşi
Fiction généraleÇok sevilecek ateşli, yerinizde duramayacağınız İskoç romanlardan bir tanesi daha geliyor. " İskoç Ateşi". En az ismi kadar iddialı bir roman sizlerle. Deirdre en son birlikte olduğu erkek tarafından oldukça yıpratılmıştı bunun üzerine bir daha aşka...