Bölüm 13

146 12 0
                                    

Kemiklerinin çıkardığı sesi duyduğum anda üstüme yığıldı. Titreme ve ağlamaları durduramıyordum, bu onu ikinci 'neredeyse' öldürüşümdü. Zaten kendimi bile taşıyamıyordum, bir de üstüme Dimitri gibi ağır ve kalıplı bir adamın ağırlığı binince, ayakta durmak için daha fazla çabalamadım.
Her yerime batan taş ve dikenleri umursamadan onu düzgünce yatırdım, kafasını dizlerime yasladım.
Ay ışığı tam yüzüne vuruyordu. Bembeyaz yüzü daha da beyaz olmuştu sanki. Acele hareketlerle telefonumu çıkardım ve hemen Pavel'i aradım.
- Hemen gelin.
Başka kelimelere gerek yoktu, zaten kuramazdım. Onlar aradığımdan tam üç dakika sonra varana kadar sevgilimin yüzünü izledim. O anda tam anlamıyla ölüydü. Ve ben aslında başarmıştım, çok iyi gidiyordu her şey. Ama Dimitri'yi öldürmüştüm, gerçi o bunu umursamayacaktı, yine de kötü hissediyordum.
Siyah SUV dar yolda başarılı bir dönüş yapıp durduğunda, hızlıca çıktılar. Abe gelmemişti, 'iyi ki getirmemişler' diye düşündüm. Sonuçta Dimitri Beni zorla aratmış olabilirdi.
- Arabaya geçin Gardiyan Hathaway, biz gerisini hallederiz.
- Rose. Ve hayır ben de yardım edeceğim.
Pavel ve iki gardiyan üstelemedi. Kısıtlı zamanımız vardı ve nedense yarım saatten kısa sürede uyanacak gibi hissediyordum. Hem zaten bu koca adamı taşımak için ne kadar kişi olursa o kadar iyiydi.
Hepimiz dört bir yanından tuttuk ve arka koltuğa sıkıştırdık. Gerçekten kolay olmamıştı. Adını bilmediğim gardiyan ayak ucuna otururken ben de başını nazikçe kaldırıp oraya sokuldum. Yürümeyle beş dakikada geldiğim yolu bir iki dakikada döndük. Abe ve arkasındaki dört gardiyan bizi kapıda bekliyordu Herkes çok gergindi o yüzden çocuk gibi ağlamayı kesmem gerekiyordu ama bir türlü başaramadım.
Pavel arabayı ani bir frenle park etti, onun gibi profesyonel birinin böyle davranışları beni daha da geriyordu. Kapıyı açtım ve yine nazikçe kafasını kaldırıp kalktım. Arkamdaki kalıplı gardiyan kollarından tutup çekerken ben Abe'e döndüm. Aramızda birkaç metre vardı ve o anki korkuyla mesafeyi koşarak kapattım. Zaten kolları sarılmaya hazır bir şekilde beni bekliyordu. Küçük bir çocuk gibi kucağına atladım ve ağladım. "Geçti" diyip duruyordu ve ben de ona inandım.
- İyi misin kızım?
- E-evet. Hızlı olsak...iyi olur.
Benim taşımama gerek yoktu, her şey iyi ilerliyordu. Peşlerinden yürüdük.
- Sana zarar verdi mi?
- Hayır. Her şey yolunda gitti.
Ayaküstü bunu konuşmak istemiyordum. Zaten ben o kısmı geride bırakmıştım. Bodruma inen merdivenleri geçtik. Karanlık, korkunç bir yerdi. Ne iş yaptıklarını çözmeye başlıyordum. Ve orası, birini tutmak için çok uygun bir yerdi. Yevgeniy hangi oda olduğunu gösterdi ve hepimiz içeri girdik. Zincirler sarkan bir duvar, altında oldukça rahatsız görünen bir yatak, birbirimizi seçebileceğimiz kadar ışık giren minicik bir pencere. Onu burada yalnız bırakmayacaktım, ne de olsa bir nöbetçiye ihtiyaç vardı.
Yatağın üstüne sertçe bıraktıklarında bağırıp kızmak istedim ama bu daha fazla gerginlikten başka bir şey olmazdı. Ağlamam durmuştu, yanlarına yaklaştım ve zincirin bir ucunu tuttum. Hemen yanında oturuyordum. Zincirin ucunu buldum, kelepçeyi kavradım. Tam ilk zinciri vuruyordum ki göz göze geldik. Göz göze geldik! Uyanmıştı.
Ayağa kalktım ve koşmaya başladım. Ama sadece iki adım uzaklaşabildim. Hala sımsıkı tuttuğum zincire asılıp tersi yöne beni çekince, kendimi öne atamadım. Kafam omzuna çarparak kucağına düştüm. Bir eliyle beni olduğum yere sabitlerken, başındaki üç gardiyana saldırdı. İkisini tekmeleyerek duvara fırlattı, diğeriniyse onun için çok basit bir tokatla yere serdi. Korkuyla ona bakıyordum, bana döndü.
- Ah Roza, bunu yapmamalıydın sevgilim.
Bunu derken çıkardığı dişlerini görebiliyordum. Beni ısıracağı fikri o an çok cazip gelmişti, karşı koymadım. Bir strigoi ısırığı sizi dünyadaki cennete ulaştırabilirdi, sürekli devamını isterdiniz. Ve bir kez bunu yaşayınca, bir daha istememek elde değildi.
Böyle anlatınca dakikalar sürmüş gibi geliyor ama her şey saniyeler hatta saliseler içinde gerçekleşiyordu. Sonunda beklenen sona ulaştık, dişlerini boynuma geçirdi. O anda benim için zaman durdu. Kafamı geri attım ve kendimi mutluluğa teslim ettim. Hiç bitmesin istiyordum. Ellerimi saçlarına geçirdim, o mutluluğu nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Sanki hayatım boyunca olmam gereken yer orasıydı, hayatımın tek amacı o ısırıktı.
Aniden anın büyüsü bozuldu. Üzerimdeki buz gibi bedenin aksine şimdi bir sıcaklık hissediyordum. Kendimi toplayıp gözümü açtım. Oturacak kadar geri çekildim. Dimitri'nin kafası şimdi dizimin üzerindeydi. Ve karşımdaki görüntüye bakınca sıcaklığın nereden geldiğini çözmek uzun sürmedi. Pavel Dimitri'nin boynunu bıçaklamıştı. Yine aynı şey oldu; kızmak istedim ama çok gereksizdi.
Abe Moroi olmasına rağmen büyük bir kuvvetle beni çekti ve sarıldı. Tüm vücudum kan içindeydi ama umursamadı. İkimiz de bir şey söylemedik çünkü hangi kelimeyi söylersek söyleyelim bir anlam ifade etmeyecekti. Sonunda güvende olduğumdan emin olduğunda beni bıraktı, Dimitri zincirlenmiş bir şekilde kanlar içinde yatıyordu.
- Başardın Rose, bitti. Rahatla.
Aslında baya her şeyi batırmıştım. O yüzden burada kalacağım diye tutturmadan onlarla birlikte yukarı çıktım. Üzerimi gösterip " Duş almam gerekiyor." dedim. Yevgeniy hizmetli kadına seslendi. Kadın bize yaklaştı ve bana yolu gösterdi. Koridor aynalarla doluydu, geçerken kendimi izledim. Ben bile görünüşümden korkmuşken, bu kadın hiç garipsemedi. Belli ki bu onun için ilk değildi. Bir dahaki ilk fırsatta Abe'e ne iş yaptığını soracaktım.
Misafir banyosu olduğunu tahmin ettiğim yere geldik. Havluları, şampuanları, çeşitli losyonları gösterdi ve kıyafetlerimi getirip beni yalnız bıraktı. Üstümü çıkardım ve suyu en kaynar dereceye getirdim. Resmen ellerimde Dimitri'nin kanı vardı. Kandan iğrenmezdim, zaten benim işim öldürmek ama onun kanını tenimden adeta kazıyarak çıkardım.
Yeterince temizlendiğimden emin olana kadar zamparalarcasına yıkanmaya devam ettim. Vücudumu kuruladım ve son kez akan kıpkırmızı suya bakıp çıktım. Hemen giyinip saçlarımı üstünkörü kuruttum. Kıyafetlerimi de çöpe atıp dışarı çıktım. Koridorda ilerledikçe Abe ve Yevgeniy'nin sesi daha da yakın geliyordu. Salonda oturuyorlardı. Tam olarak neler olduğunu anlatmamı istediler, ben de olduğu gibi anlattım.
- Bir gardiyanı onu kontrol etmesi için aşağıya koydum, bir daha öyle bir şey asla olmayacak, korkma.
- Ben de ondan bahsedecektim...ben onunla kalırım. Yani kalmak istiyorum. Lütfen.
- Rose-
- Hayır deme, lütfen, zaten oraya bağlı. Yanına yaklaşmam. Lütfen.
- Peki...içeride yanında durabilirsin ama kapının önünde Pavel olması şartıyla.
- Tamamdır!
Aşağı inmeden önce mutfağa gittim ve birkaç bez ve bir kap sıcak su aldım. Öyle kanlar içinde yatmasını istemiyordum.
Pavel beni merdivenlerin başında bekliyordu. Beni görünce önden gitmeye başladı. Yine o korkunç yere girmiştik. Ben de buraya daha önce milyonlarca kez gelmişim gibi emin adımlarla yürüyordum. Gerçi bir kez gittiğim yeri unutmam çok zordu. Bir de buranın bende yarattığı travmatik etkiyi düşünürsek... hayatımın sonuna kadar unutabileceğimi sanmıyorum. Pavel anahtarla kapıyı açarken, nöbetçi gardiyana gitmesini söyledi. Kapıyı sonuna kadar itti ve bana baktı.
- Eğer istemiyorsan, ben onunla kalırım Rose.
- Hayır sorun değil. Teşekkürler.
- Peki, ben buradayım, seslenmen yeterli.
Kafa sallayıp içeri girdim. Arkamdan gıcırdayan kapıyı kapattı. Tanrım, bu evde harika bir korku filmi çekilebilirdi.
Dimitri henüz kendine gelmemişti. Bir cesetle, bilmediğim bir şehirde, tanımadığım bir adamın evinin korkunç bodrumunda olduğumu düşününce kendimi gülmekten alamadım. Yatağa iyi zincirlenmişti. Su dolu kabı yere koydum ve dizlerimin üstünde oturdum. Onu daha fazla kan içinde görmek istemiyordum. Bezlerden birini aldım ve güzelce ıslattım. Önce yüzünün üzerinde dolaştırdım. Boynunda neredeyse tamamen geçmiş bıçak izinin etrafından, tişörtünün altına doğru ilerledim. Birkaç kez yıkayıp aynı şeyi tekrarladım.
Telefonumu cebimden çıkarıp görebileceğim bir yere koydum, sessiz moddan çıkarmak istemiyordum. Yüzünü izledim. Ölmek bile ona o kadar yakışmıştı ki. Ama artık umutlarım iyice yeşermişti. Belki hatalarımın hepsi geri dönülemez değildi. Yine de her şey çok zor olacaktı biliyorum. Bir sürü yalan söylemem, herkesi karşıma almam gerekecekti. Tek başıma olsam hemen cayabilirdim ama Dimitri yanımda olacaktı. Gerçek Dimitri. Ve şeytan olan gözlerini açtı. Ellerimden güç alıp geriledim. Kafasını benden yana çevirdi.
- Roza.
- Dimitri.
- Sen bana hep Comrade dersin. (İngilizce yoldaş demek ama orijinal halini kullanacağım)
- Sana değil. Sen canavarsın, kendi korkulu rüyan.
- Sen bilmiyorsun. Anlamıyorsun.
- Neyi anlamıyorum? Neden sürekli masumları öldürdüğünü mü? Neden beni zorladığını mı?
- Böyle büyük bir gücü anlamanı beklemiyorum. Sen benim gibi değilsin, asla anlamayacaksın. Sana dünyaları verirdim, istediğin her şeye sahip olacaktın. Neden hala inatla eski zavallı hayatıma geri dönmemi istiyorsun?
- Sana ne kadar anlatırsam anlatayım anlamayacaksın. Ama üzülme, seni birkaç gün içinde kurtaracağım.
- Ne saçmalıyorsun?!
- Duydun.
- Beni eski halime dönüştürmenin bir yolu yok. Ve ben istemiyorum. Neden bana saygı duymuyorsun Roza? Ben senin her fikrine, her kararına hep saygı duydum.
Gerçekten böyle kalmak istediğini anlıyordum ama bu o değildi, o yüzden kendimi kötü hissetmedim.
- Hani tek istediğin bendim? Bu halinle asla senin olmayacağım, bunu anla. Ama eski halin, gerçek halin, ancak o zaman benimle olabilirsin.
Cevap vermedi. Ne kadar canavarın teki olsa da içinde hala kendini yenmeye çalışıyordu. Beni seçmeye ikna etmeye çalışan bir parça vardı. O bu haldeyken bile kararlarımı önemsiyordu ama ben... üzgünüm. Neyi seçtiği umrumda değildi.
- Eski halime dönebileceğime inanıyor musun gerçekten? Bazı şeyleri geri alamazsın.
- Sanırım deneyip göreceğiz.
- Madem beni bu kadar seviyorsun...neden geri dönmedin?
Bunu beklemiyordum. Sanki bir an için kendisi gibiydi.
- Özür dilerim, gerçekten çok özür dilerim. Bu seni geri getirmez biliyorum ama çok çok üzgünüm. Bir anım bile buna pişman olmadan geçmiyor.
Yine bir süre cevap vermedi. Ayağa kalktım ve yatakta ayağının ucuna oturdum. Kendim ne kadar söz sarf etsem bir anlamı olmayacaktı. En azından şu anda. O yüzden yine tek yapabildiğim şeyi yaptım; müzik. Dimitri aptal değildi, eminim bir çıkarım yapardı. Bir şekilde içine dokunmak istiyordum. Adele- I'll Be Waiting' e tıkladım.

I've seen your face under every sky
Over every border and on every line
You know my heart better than I do
We were the greatest, me and you
...
I'll be waiting for you when you're ready to love me again
I put my hands up
I'll be somebody different
I'll be better to you
...
Let me stay here for just one more night
Build your world around me
And pull me to the light
So I can tell you that I was wrong
I was a child then, but now I'm willing to learn

(Her gökyüzünün altında yüzünü gördüm
Her sınırda ve çizgide
Kalbimi benden iyi biliyorsun
Biz en iyisiydik, sen ve ben
...
Beni tekrar sevmeye hazır olduğunda seni bekleyeceğim
Ellerimi kaldıracağım
Başka biri olacağım
Sana iyi geleceğim
...
Bırak bir gece daha burada kalayım
Dünyanı etrafıma inşa et
Ve beni ışığa çek
Böylece sana yanlış yaptığımı söyleyebilirim
O zaman çocuktum ama şimdi öğrenmeye istekliyim)

Bu şarkı çaldı, ve arkasından sayamadığım kadarı da. Ve tüm gece öyle kaldık, gün doğumuna kadar. Benimle saatlerce tek kelime konuşmamıştı. Yaptığım ve yapacağım şey için bana çok kızgındı ama biliyordum ki aslında istediği şey buydu.
- Roza eğer planın beni öldürmek değilse şu pencereyi kapatmak isteyebilirsin.
Hala yanımda olduğu için o kadar heyecanlıydım ki başka hiçbir şeye dikkat etmemiştim.
- Tamam, haklısın.
Uzun süredir oturduğum için kalktığımda biraz sendeledim ama kapıya varana kadar bir şey kalmamıştı. Kapıyı tıklattım. Pavel'in açması uzun sürmedi. Onu gördüğümde şaşırdım açıkçası. Başka biri nöbeti devralmıştır diye düşünmüştüm.
- Bir sorun mu var?
- Yakında güneş doğacak, şu pencereyle ilgili bir şey yapmamız lazım.
- Doğru tamamen unutmuşum, üzgünüm. Beş dakikaya dönerim.
Gerçekten de beş dakikaya döndü; yeterince kalın bir kumaş, birkaç çivi ve çekiçle. Kendisi yapmayı teklif etti ama halledebileceğimi söyledim ve eski pozisyonumuza döndük.
Sırtı kısmen duvara yaslı Dimitri, saatlerdir benimle doğru dürüst konuşmuyordu. Sadece bakıyordu, böyle bakmaya devam ederse vücudumu delip geçeceğinden korkuyordum. Sert yatağın üzerine çıkıp pencereye doğru uzandım. Birkaç dakikada bitirdim ve yine oturdum.
Neredeyse zifiri karanlıktı ama gözlerim öyle alışmıştı ki görebiliyordum. Yani bana çok sinirli baktığını da görebiliyordum. Elimi bacağının hemen yanına koydum ve üzerinden yavaşça süzülüp yüzüne uzandım. Her ne kadar kendisi olmasa da onu o kadar özlemiştim ki daha fazla öpmeden duramazdım. Yavaşça dudaklarına yaklaşıyordum, yüzünde hala aynı ifade vardı. Burnumuz hafifçe sürttüğünde gözlerine bakıyordum. Hala aynı bakışlar. Sertçe dudaklarına yapıştım, başta karşılık vermedi. Sonra da vermedi. Sadece kafasını yana çevirdi ve bir daha hiç bakmadı.

Vampir Akademisi FanFict. (ASKIDA)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin