5. Bölüm

5.8K 280 2
                                    

Sultan bu acımasız hayatın kendine yazdığı senaryonun aciz bir oyuncusuydu. Ne isyan edebiliyor ne de tamamen kabul edebiliyordu kendi iç dünyasında. Hayat akıp gidiyordu, Sultan da tükeniyordu içten içe.

       Düğün hazırlıkları yapılmaya başlamış, Sultan kız el emeği göz nuru çeyizlerini gizli gizli ağlayarak yıkıyordu. Ne küçük kardeşlerine sıkıntısını gösterebiliyor ne de onlarla eskisi gibi  candan konuşuyordu. Konuşursa anlarlardı ablalarının derdini, onlar da üzülmesin istiyordu. Kaçıyordu sevdiklerinden. Acısını kimse bilmesin, onun için üzülmesinler istiyordu. Verilen görevleri yerine getiren bir makine gibiydi. Teslimiyet, kabullenme, boyun eğme onun kaderi olmuştu. Kaderine boyun eğmek elbette kötü bir şey  değildi. Ona, verilen kararlara uyulması gerektiği öğretilmişti. Büyükleri ne karar verdilerse doğru idi. Kız başı ile yüzünü babasının ayakları altına alıp, karşı gelemezdi. Hem ne için karşı gelecekti ki? Sebebi bile yoktu. Ara sıra aklına çeşme başındaki çakır gözlü delikanlı geliyordu. Adını bile bilmediği bir adam için mi atalarına karşı gelecekti. Bu delilikti sadece. Zaten düğün günü de yaklaşmıştı, adını  çıkartmak, namusuna laf getirmek gibi şeylerden Allah korusun diye de dua ediyordu.

           Şahin Bey düğün günü yaklaştıkça daha da heyecanlanıyor, bunu belli etmemek için ise olağanüstü çaba gösteriyordu. Ablasına Sultan'ı görmek istediğini söylesede iyi bir azar işitmişti. "Düğüne az zaman kala eski köye yeni adet mi getireceksin? Nerede görülmüş evlenmeden damadın kızı gördüğü? "diye sinirlenmiş ve kardeşini hüzne boğup bırakmıştı. Beklemez zordu onun için. Gözünün ferini alıp gitmişti Sultan. Onu görmeden, ona kavuşamadan gözünün feri hayatının ışığı gelmeyecekti. Sabır çekiyor, bunaldıkça abdest alıp, namaz kılıyor ve şükrediyordu.

       Sonunda düğün günü gelmiş ve iki güzel insan için tüm akrabalar ve köy halkı toplanmıştı. Kadınlar kız evinde bir gece öncesinden kına gecesi yapmışlar ve Sultan Kız'ı bayağı ağlatmışlardı. Misadirler o ağladıkça " Ne ağlıyorsun herkese nasip olmaz Şahin Bey'e hanım olmak çok şanslısın" diyorlardı. Sultan bunları duyunca susacağına tekrar başlıyordu ağlamaya. Ne kadar ağlarsa o kadar rahatlıyor ve içinden şimdi burada ağlayayım da Şahin Bey'in yanında ağlamayayım, laf söz olur diye düşünüyordu. Bu gecesi baba evindeki son geceydi. Arkadaşları ve akraba kızları gelin evinde kalıp, sabaha kadar sohbet edip, helallik alıp verirlerdi. Hiç uyumuş muydu hatırlamıyordu bile. Bir ara içi geçmişti arkadaşları mani söylerken. Uyku önemli değildi de ya dalgınlıkla yanlış bir şey yaparsam diye de tedirgin oluyordu. Gün ışımış ve son saatleri de gelmişti baba evindeki, ana kucağındaki, kardeş sıcaklığındaki.  Annesi gelip kızına " Hiç uyumadığını bilyorum Güzel gözlüm, Ben de hiç uyumamıştım. Korkma ve seni her zaman sevdiğimizi bil. Sadece başımızı yere eğme kızım." Dedi ve yavrusuna içten bir şekilde sarılıp, saçlarını öptü. Hazırlanma zamanı gelmiş ve kırmızı bindallısını giymişti. Boyuna posuna da pek güzel olmuştu bindallı. Kendisi bile bu kadar yakışacağını düşünmemişti. Evdekilerle son yemeklerini yemiş, kardeşlerine sarılmış, ana babasından helallik alıp, kırmızı kuşağı bağlanarak kapının önüne çıkartılmıştı. Babasının gözünden akan yaşı görmüş, görmemezlikten gelmişti. Babalar hep gizli severdi çocuklarını şımarmasınlar diye. Ama çocuklar sevildiklerini gözlerinden anlarlardı büyüklerinin. Bindirmişlerdi ata Sultan Gelin'i artık.

         Şahin Bey'in evinin avlusunda düğün yemekleri yenmeye başlanmış, Gelini almaya erkek evinden büyükler gitmişti. Şahin Bey almaya gidenlerin arasında değildi. Gelenekler göre erkek tarafından 15- 20 kişi gider, köyün etrafını dolaşarak gelirlerdi.  Gelin alayının sesi geliyor ama bir türlü kendileri gelmiyordu. Dakikalar geçmiyordu Şahin Bey için. Dişlerini sıkmaktan, ağzının içini ısırmaktan çenesi sızlıyordu artık.  Sonunda gelinin bindiği at görünmüştü. Başındaki kırmızı örtüden yüzü seçilmiyordu ama olsun sonuda gelmişti ya. Sultan Gelin'i evdeki odalardan birine almışlardı. Gelinin olduğu odaya sadece kadınlar giriyor ve şöyle bir süzüyorlardı. Pek güzelmiş diyenden tutun da pek küçükmüş diyene kadar herkes bir cümle söyleyip geçiyorlardı oturacak bir yerlere. Sultan Gelin'in yüzü hep yerdeydi. Utanıyor bakamıyordu kimseye. Zaten pek girişken biri olmamıştı.

Dışarıda erkeklerin eğlence sesleri geliyordu. Kadınların olduğu kısımdada bir kadın def çalıyor başka bir de türkü söylüyor, genç olanlarda ortada oynuyorlardı. Yatsı ezanına kadar düğün devam edecek sonrada bitecekti. Akşam ezanı okunmaya başlandığında ise yemekler yenmiş, çaylar içilmişti. Misafirler yavaş yavaş ayrılıyorlardı. Sultan Gelin'i gelin odasına götürmüşler ve iki kadın onunla sohbet etmek için kalmıştı.

Gönlümün Sultanı (TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin