Hayırlı ramazanlar. Kontrol edemedim hatam varsa affoluna. İyi okumalar.
***
"Benimle hala konuşmuyor musun?"
Kucağımda tatlı hırıltılarla uyuyan minik kız çocuğunu dikkatlice diğer koluma alırken yaklaşık iki saattir yaptığım gibi Hanry'i görmezden geldim. Bebek homurdanarak havayı yalamaya başlayınca güldüm.
"Yine mi acıktın sen?" bebek gözünü araladı. Parlak yosun yeşili iki çift göz bana odaklandı. Ona hayran hayran bakmaktan kendimi alamadım. Annesine çektirdiği, o kadar sancıdan, acıdan sonra ancak kolumun ön kısmı kadar olan bu minicik şey dünyaya gözlerini açmıştı. Ben de onunla beraber dünyaya gözlerimi kapatmıştım. Tekrar uyandığımda yardım gelmiş, yaralılar arabalara yerleştirilmiş, önden bir kafile gönderilmişti bile.
"Hadi ama, bari ata bin!" diye sızlandı Hanry. O küçücük karavanın içinde o kadar bunalmıştım ki şifacı kadının dinlenmesi gerektiğini bahane ederek kendimi dışarı atmıştım. Hava çok güzeldi. Soluk ikindi güneşi ağaçlardan sızıyor evlerine gitmeye hazırlanan kuşların son cıvıltıları ormanı dolduruyordu. Böyle huzurlu bir ortamı şehirlerin gürültülü meydanlarında bulabileceğimden emin değildim. Tadını çıkarmak niyetindeydim ama Hanry'nin bana rahat vermek gibi bir niyeti yoktu.
"O zaman bebeği bana ver. Yoruldun, Savianna!"
Bebek buna itirazı varmış gibi ağlamaya başlayınca Hanry'e ters ters baktım. "Merak etme bebeğim, seni bu canavar adama vermeyeceğim." dedim bebeği sakinleştirmeye çalışırken. "Aman da aman sen korktun mu bu suratsız amcadan?"
Hanry gözlerini devirdi. "Hiçbir dişi varlık benden korkmaz!"
"Hı,hı."
"Hı, hı mı?" İncinmiş gibi elini göğsüne koydu. "Sen bana inanmıyor musun?"
"İnanıyorum."
"Ses tonun öyle demiyor ama."
"Yo, yo inanıyorum," dedim gözlerine bakarak. "Sen gerçekten şımarık bir zübbesin."
Kaşlarını çattı. "Zübbe mi? O da ne demek? Senin zamanından bir küfür mü yoksa?"
İlerleyen at arabasını bulmaya çalışırken "Yok canım, iltifat ediyorum sana." diye geveledim.
"Peki, ne anlama geliyor?"
"Hım," içimde sinsi bir şeyler uyandı. "Çok bilgili, güzel, erdemli kişi anlamlarına geliyor."
Göğsünü horoz gibi kabartarak dikleşti. "Doğru. O zaman ben tam bir Zübbeyim!"
Dudağımı ısırarak at arabasına yarı koşar ilerledim. "Evet, aynen öylesin."
***
"Bebeğin sağlığı iyi değil mi?"
Şifacı bebeğini incelerken başını kaldırıp bana baktı. Kızı annesine hiç benzemiyordu. Kadının kahverengi gözleri gülümseyince kırıştı. "Sayende çok iyi, sen olmasaydın ne yapardım hiç bilmiyorum. Büyük ihtimalle ikimizden biri ölmüş olurdu."
Gülerek ellerimi salladım. "Ah, hayır ben ne yaptım ki? Düşüp bayılmamam için sürekli beni uyardığından yorgun düştün."
Kıkırdayarak bebeğin üzerini örttü. "Senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum. Eşimi de kan tutardı. Kıymık batsa bayılırdı. O yüzden keskin şeylerle olan tüm işleri ben hallederdim."
Tüylerim ürperdi kollarımla kendimi sardım. "Neden geçmiş zamandan bahsediyorsun? Eşin..."
"Öldü," dedi pencereden dışarı bakarak. "Tracatlar saldırdığında kimse ne yapacağını, o canavarlarla nasıl savaşılacağını bilmiyordu. Ellerine ne geçtiyse parça parça oldu. Her yer kan gölüydü ama o," titrek bir nefes aldı. "Gözünün ucuyla kan görse bayılan adam beni o cehennemden kurtarabilmek için kendini feda etti."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Geçmişten Gelen
FantasyZamanından binlerce yıl ötede gözlerini açan bir savaşçı! Archer Sword zorlu bir savaşın ortasındayken kendini birden büyülü bir aynanın içinde bulur ve zamanından bin yıl ileride çok farklı bir dünyaya gözlerini açar. Genç ve güzel bir üniversite ö...