Zihnimin çürütülmeye hazır köşesine pineklenen düşünceler elimin altındaki kayıp ütopyadandı. Ruhumun parça pirçik ettiği yerlerde şimdi yumuşak saçlar vardı. Benim etten hapishanemde uçsuz bir cennet vardı. Aşk mıydı bu? Aşk neydi? Aşk acıydı. Aşk yenilgi,aşk muhtaçlıktı. Aşk umuttu. Aşk bir sanattı.
Avucum arasındaki saçlara dokunmayı kestikten birkaç dakika sonra omzumun üstündeki ağırlık kalkarak yok oldu. Gözlerinde ki bulutlarla bana bakan Ulaş'a bir tepki veremeden konuştu.
"Gidelim de şu konağa alalım telefonları daraldım valla"
Kaşlarımı çattım. "Vallahi de hödüksün."
Arabayı çalıştırmak için havalanan eli sözlerimle durduğunda kaşları çatık bir şekilde bana baktı.
"Neyim neyim?"Omuz silktim. "Hödüksün. İnsan bir derki ay omzun ne kadar rahat, ben ne kadar uyumuşum ya? Falan der ama nerdeaaa?"
İşaret parmağını bana yöneltti. "Senin mi omzun rahat. Kızım asfalt da yatsam daha az acırdı omzum gelmiş burda bana nutuk okuyorsun. Bir sus da gidelim"
Kaşlarımı çatarak önüme döndüm. Uzun yolculuklar da hayatımı gözden geçirirdim genelde şimdi de öyle yapmalıydım. Hayatım üç gün önce çok normaldi. Kanalımda videolar çekiyor birkaç iş görüşmesi yaparak mesleğimi yaptığımı sanıyordum. Arkadaşlarımla popüler mekanlarda vakit geçirerek günümü gün ediyor aile yemeklerine katılarak da iyi evlat profili çiziyordum.
Ama şimdi bu dizi sayesinde gerçek bir hayata tutunmuştum. Sevgiyi öğrenmiştim sanırım. Sevginin her şeye dayanabileceğini. Kadının gücünü öğrenmiştim belki de. Ulaş'ı tanımışım ya! Ötesi var mıydı? Ruhu güzel adam.
"Hey geldik İrem Hanım uyanın!"
İrkildim. Ulaş gülerek bana bakıyordu. "Geldik da hadi inelim"
Başımı sallayarak arabadan indim. Ulaş ile birlikte karavana girdiğimiz de telefonlar bıraktığım gibiydi. Doğrusu Öykü ablanın bıraktığı gibiydi. Telefonumu elime alarak Ulaş'ın yanına oturduğumda başını önüne eğmiş telefonda eğlenen Ulaş'a baktım.
"Az da sağdan bak kız."
Yanağıma hücum eden kan utancımın fiziksel bir gösterisiydi. Dilimi ısırarak içimden binbir türlü şey fısıldadım. Konuyu değiştirmek adına sakince konuştum.
"Hala çarpıyor mu Karadeniz havası?"
Ekrandaki bakışlarını kaldırarak yüzüme baktı. Gözlerindeki eğlenir ifadeyi gördüm. Ruhumu okşayan dalgalar hırçındı.
"O havayı çarpanlar utansın" muzip bir şekilde konuştu.
"Dikkat et. Uzun bir süre Karadeniz'deyiz sana bir şey olsun istemem Astepe" bende aynı şekilde gülerek konuştum.
Telefonunu kapatarak yanı başına bıraktı. Elini saçlarına atarak karıştırdığında gözlerimi etrafta gezdirdim.
"Bence zorluyorsun"
Yok daha neler dercesine yüzüne baktım.
"Bence yardımcı oluyorum. "
Tamamen bana döndü. "Karadeniz havası çarpsın diye mi? Hiç sanmıyorum"
Şımarık bir şekilde omuz silktim. Her şeyi unutmuş gibiydik. Uzay boşluğuydu sanki burası ve zaman kavramı yok olmuştu. Sessiz ve derinden bir melodi çalıyordu içimde. Kalbinin sesi...
"Bana çarptıysa sana da çarpsın. Partnersek her şey bir!"
Dilini damağına vurarak güldü. "Bana çarpan şey Karadeniz havası değil."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ANDER SEVDAM
General FictionHırçın bir adamın poyraz bir kadını sevmesinden feyz alan iki bakinin soluksuz aşkı