Yine sabahın köründe kalkmış okula gidiyordum. Yağmur yağdığı için kafama geçirdiğim montumun kapşonunu tek elimle çıkardım. Yağmur durmuştu.
Telefonumu alıp saatime baktım. Dersin başlamasına yedi dakika vardı ve benim yaklaşık on beş dakikalık daha yolum vardı. İlk dersin öğretmeni derse her zaman en az on dakika geç girdiği için rahat rahat yürümeye devam ettim.
Okula girip sınıfımızın olduğu kata giden merdivenleri çıktım. Sonunda merdiven basamakları bittiğinde durup biraz nefeslendim. Aralıksız yirmi dakikadır yürüyordum.
Sınıfa girip sırama oturdum ve öğretmeni beklemeye başladım. Bir şeyler düşünmemeye çalışıyordum çünkü hem çok gergin hem de çok yorgundum. Annem bu gün avukatla görüşüp dava işlerini halledecekti. Boşanma için. Daha doğrusu babamın bizi terkederek o çok istediği özgür hayatına kavuşması için.
Sinirden bacaklarım titremeye başladığında kafama gelen şeyle durdum. Hangi gerizekalı fırlatmıştı onu? Arkadan gelen gülme seslerinin olduğu tarafa doğru döndüm.
Jaehyun ve yanındaki bizim sınıftan iki erkek bana bakıp gülüyorlardu.
Jung Jaehyun.
Okula geleli daha bir hafta olmuştu ve cidden tahmin ettiğim gibi ukala bir insandı. Aslında açık konuşmak gerekirse komikti. Derste yaptığı espiriler öğretmeni bile güldürüyordu. Bu zamana kadar ders saatinin sadece bir dakikasını ders işlemeden harcayan -ki bu da sınıf defterini yazıp yoklama almak içindi- fizikçimiz resmen Jaehyun'un konuşmasıyla dersi bırakmış bizimle sohbet etmeye başlamıştı. Bunun dışında şaşırtıcı bir şekilde ders haricinde kimseyle konuşmuyordu. Sadece o iki arkadaşıyla arada takılıp daha sonra kendi kendine vakit geçiriyordu. Kendisiyle eğlenebilmesi çok takdir ettiğim bir şeydi çünkü ben kendimle baş başa kaldığımda sıkıntıdan duvara kafa atmamak için kendimi zor tutuyorum. Onunla pek konuşmamıştık. Sadece sınıf başkanı olduğum için girdiğimiz diyaloglar ve onun bazen beni sinir etmeye çalışması dışında pek bir muhabbetimiz olmamıştı. Ki açıkçası olmasını da istemiyordum çünkü bu çocuk cidden çok egoistti ve ben böyle insanlardan nefret ederdim. Yüzündeki o tatlı, mutevazi ifade ile davranışları arasında dağlar kadar fark vardı.
Gözlerimi kısarak onlara baktığımda gülüşleri yavaş yavaş soldu. İşte Jaeyoon etkisi...
"Pardon bizim hatamız değildi hep uçak yüzünden! Biz kapıya attık ama sana geldi." dedi Woobin. "Aynen yamuk uçtu kusura bakma." Hyungwi ellerini birbirine dolayıp özür dilerken tam sorun değil deyip önüme dönecektim ki Jaehyun ayağa kalkıp ayağımın ucundaki uçağı aldı ve sırıtarak konuşmaya başladı.
"Artık nasıl kalın bir kafan varsa, bak uçağı ne hale getirmişsin." Uçağı bana doğru uzatıp tabiri yerindeyse gözüme sokarken sinirle ayağa kalktım.
Kalın kafa ha! Burda kalın kafa olan biri varsa o da Jaehyun'du ama kendisi, egosu gözünü boyadığı için bir türlü idrak edemiyordu. Ona dik dik baktım. Tam konuşacakken öğretmen geldi.
Hay anasını ya! Onu elli ton lafın altında bırakma fırsatım aptal öğretmen yüzünden gitmişti.
İkimiz de hiçbir şey demeden sadece birbirimize bakıyorduk. Gözlerimin tam içine bakıyordu. Yüzündeki sırıtma silinmişti yüzü ciddi bir ifade almıştı. Ben de aynı şekilde gözümü kırpmadan ona bakıyordum. Öğretmene kısa bir bakış atıp tekrar bana döndü.
"Ah tüh, burda kalın kafalı biri varsa o da sensin Jaehyun temalı konuşmanı başka zaman dinlerim artık." Yüzüne tekrar o sırıtış gelmişti ve ben bir şey diyemeden sırasına gidip oturdu.
Şaşkınca olduğum yerde kaldım. Aklımı okuması çok garipti ve nedense sinir katsayım daha da artmıştı. Gerizekalı.
Bu çocuk beni çıldırtıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
timeless √ jung jaehyun
Fanfiction"Benim için en değerli olan üç kişiden biri, annem gitti. Sen ve Dog buradasınız." "Buradayız." dedim gülümseyerek. Gülümsememe karşılık verip ellerini sıklaştırdı. "Senin için, ailenden sonra tabii, en değerli kişi olmama izin verir misin?" G×B Bu...