•
Hyubi çekingen adımlarla sınıftan çıkıp kendini koridora attı. Mark'la karşılaşmak istemiyordu.
Her ne kadar karşılaşmamak için çaba sarfetse de Mark dibinde bitiyordu. Öyle olduğunda da Hyubi, hızlıca selam verip konuşmasına fırsat vermeden uzaklaşıyordu.
Randevuya çıktıkları gün -Hyubi'ye göre sadece dışarı çıkmışlardı tabii kendini kandırıyordu- Mark'ı tanıma fırsatı olmuştu ve ne kadar istemese de, dirense de Mark'tan hoşlanmaya başlamıştı. Mark'ın da bunu az çok sezdiğini biliyordu ve hem kendisi hem de Mark için ondan uzak durmaya çalışıyordu. Sevilmeyi haketmediğini düşünürdü hep Hyubi. Kendisinin anlaşması zor bir insan olduğunu.
İlkbahara çoktan girmişlerdi. Hyubi'nin de hassas bir bünyesi olduğu için çok çabuk hasta oluyordu.
Kantine gidip acıyan boğazı için sıcak bir şeyler alacaktı. Merdivenleri inmeye başladığında son bir haftadır yaptığı gibi Mark var mı diye etrafı kolaçan etti.
Sonunda kalabalık kantine geldiğinde içten içe rahatlamıştı.
"Bu kalabalıkta burada olsa bile beni fark etmez."
Kendi kendine konuşup cesaretlenmeye çalışırken kendisine şaşkınca bakan diğer öğrencilere öldürücü bakışlarını atarak sıraya girdi.
Normalde sıraya kaynak yapıp hemen istediği şeyi alırdı ancak bugün kendisini çok halsiz hissediyordu. Kaynak yapacak gücü yoktu. Parmak uçlarında yükselip sıraya göz gezdirdi. Tanıdık biri varsa parayı ona verip almasını isteyecekti ama maalesef tanıdık kimse yoktu.
Parmak uçlarından inip ofladı Hyubi. Sırada beklemek tarzı değildi. Biraz daha dayanabilirim diye düşünüp sıradan çıkmak için arkasını döndü. Dönmesiyle de Mark'ın gülen suratıyla karşılaştı. El sallıyordu.
Hyubi içinden küfürler ederek adımlarını Mark'a doğru yöneltti.
"Günaydın Hyubi!" Mark mutluluk dolu sesiyle selam verdiğinde Hyubi sahte bir gülüş takındı.
"Sana da günaydın Mark! Görüşürüz Mark!"
Başka bir şey demeden kantin çıkışıma doğru adımlayacağı sırada Mark bileğini tuttu.
Hyubi arkasını dönmeden olduğu yerde durdu şaşkınca.
"Daha ne kadar benden kaçacaksın?"
Hyubi yavaşça arkasına dönüp bir bileğini tutan ele bir de elin sahibi Mark'a baktı. Ardından göz teması kurmamaya çalışarak sağa sola göz gezdirdi.
"Ben kimseden kaçmıyorum."
"Güzel, en azından senin için kimse olmadığımı itiraf etmiş oldun."
"Ne?" Hyubi anlamaz bakışlarla kendisine sırıtarak bakan Mark'a bakarken ne demek istediğini düşündü. Birkaç saniyelik sessizliğin ardından Hyubi bileğini Mark'ın elinden kurtarıp önüne gelen saçları kulağının arkasına sıkıştırdı.
"Neden bana inanmıyorsun?" dedi Mark kırgın çıkan sesiyle. "Seni sevdiğimi kanıtlamam için ne yapmam lazım? Söyle de yapayım. Duygularınla oynamak gibi bir niyetim asla olmadı, olmayacak da. Neden benden kaçıyorsun?"
Kendilerine merakla bakan öğrenciler zilin çalmasıyla sınıflarına gitmek için kantinden çıkmışlardı.
Hyubi kaçırmakta olduğu dersi umursamıyordu. Mark da öyle. Daha fazla uzatmanın bir anlamı yoktu. Hyubi duygularını cümlelere dökmek için uygun kelimeleri seçerken Mark bekledi. Uzun zamandır yaptığı gibi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
timeless √ jung jaehyun
Fanfiction"Benim için en değerli olan üç kişiden biri, annem gitti. Sen ve Dog buradasınız." "Buradayız." dedim gülümseyerek. Gülümsememe karşılık verip ellerini sıklaştırdı. "Senin için, ailenden sonra tabii, en değerli kişi olmama izin verir misin?" G×B Bu...