"Ne!" diye bağırdı yanımdaki. Dönüp baktığımda Chen ile göz göze geldim.
"Chen,sen de mi buradaydın... Selam! A şey... Konuşmamız yarım kalmıştı?"
Chen çatık kaşlarla önüne dönüp yerde ayağını acıdan ağlayan Yuri'yi kucakladı:
"Biliyor musun? Bazen boş bulunup seni adam yerine koyuyorum."
Sonra Yuri'nin anlam vermeye çalışan bakışları eşliğinde gönüllü bir vatandaşın arabasına hastaneye gitmek üzere bindiler.
Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Neden konuşalım demiştim ki sanki! Yuri kaza geçirmişken böyle söylenir miydi hiç! Bana kızacağını nasıl da aklımın ucuna bile getirememiştim! Bir damla düştü gözlerimden omuzlarımla beraber. Çantamın kemeri de sarkmıştı. Yere düşen çantamı umursamadan öylece bekliyordum. Çünkü hareket edersem yolun ortasına çöküp böğürerek ağlayacakmışım gibi geliyordu.
Yuri'ye çarpan arabanın kornasıyla kendime geldim. İnsanlar çoktan dağılmışlardı. Yutkundum. Ağır adımlarla otobüs durağına gittim ve çoktan gelmiş olup yolcuların binmesini bekleyen otobüsüme atladım. Cam kenarı bir koltuğa oturup efkarlı efkarlı yolu seyredeceğimi düşündünüz değil mi? Bu ancak kafamı cama dayadığımda olağanüstü çarpmaların olmadığı zaman gerçekleşebilecek bir şey. Ayaktaki yolculardan ikisinin arasına sıkışıp kendime tutacak bir demir buldum. Mide bulandırıcı yolculuğun sonunda evimize en yakın durakta indim. Yine ağır adımlar... Suçluydum. Yuri'den nefret ediyor olsam da böyle bir durumda söylenebilecek en son şeyi söylemiştim. Rezil olmanın ve vicdan azabının yaşattığı garip duygular eşliğinde apartman merdivenlerini tırmandım. Dairemizin tokmağına yapıştırdığımız Türk Bayrağı stickerına bakıp gülümsedim. Üç yıldır Türkiye'ye gitmemiştik.
İçeriden neşeli sesler geliyordu. Onların aksine benim keyfim hiç yerinde değildi. Şimdi benim yüzümden evin neşesi kaçacaktı.
Anahtarı kilide soktum. Daha çevirmemiştim bile;ama kapı birden açıldı. Şaşkınlıkla geri çekildim. Bu sırada kapıdan bir baş uzandı:
"Geç kalmadın. Hadi gel. Yemek hazır."
Buket'e kafa sallayıp onay verdikten sonra ayakkabılarımı çıkarıp eve girdim. Yine buram buram makarna kokuyordu. Fakiriz galiba .s.s Çantamı vestiyere asarken Ezgi elinde sıcak makarna tenceresiyle mutfaktan çıktı. O sırada... Sakar gerizekalı! Tencereyi yere düşürdü ve tüm yemek boşa gitti. Tencerenin düşüş sesiyle havada kalakalmış kollarımla sakince çantayı astım ve Ezgi'ye boş boş bakarak:
"Ben çok açtım."
"Özür dilerim. Gerçekten! Çok sıcaktı,daha fazla tutamadım."
"Mutfak eldiveni denen bir şey var."
"Özür dilerim. Ben en iyisi ramen yapayım. O beş dakikaya pişiyor. Sen üzerini değiştirene kadar hazırlamış olurum."
Ezgi telaşla yere dökülen makarnayı temizlerken odama doğru ilerledim. Düşüşün sesiyle yanımıza gelmiş olan Buket hafifçe kolumu tuttu:
"Neyin var?"
"Yok bir şey."
Odama girip kapıyı kapattım; ama Buket üstümü değiştirecek olmamı umursamadan odaya girdi. Sahi? Biz zaten böyle şeyleri umursamazdık ki! Üstümdeki tshirtü fırlatıp attım. Sadece sutyenimle kalmıştım.
"Fiziğin gerçekten güzel. Neden benimki böyle değil?"
Buket'i duymamazlıktan gelip pantolonumu da çıkardım. Dolabın kapağını açıp eşoftman altımla pazardan aldığım bana büyük gelen t-shirtü çıkardım.
"Neyin var? Haydi söyle."
"Anlatacak kadar iyi hissetmiyorum. "
"Bir an önce anlat ki çözümü hemen bulalım."
"Gerizekalılığa bir çözüm olduğunu hiç sanmıyorum."
Kapıda dikilmekten vaz geçip yatağıma oturdu. Beni de elimden tutup yanına çekti. Karşılıklı bağdaş kurmuştuk. Bu bizim dertleşme pozisyonumuzdu. Biraz rahatlayunca ben uzanacaktım, Buket hala aynı pozisyonda beni dinlemeye devam edecekti. Bu hep böyle olurdu.
"Chen ile mi ilgili?"
"Suç benim."
"Anlat."
"(...) Böyle işte. Sonra arabaya binip gittiler."
Bu sırada içeri Ezgi geldi. Önüne düşen kıvırcık saçlarını bir eliyle geriye iterken, bir eliyle de elindeki büyük buketi komidinin üzerine koydu. Ben de uzandım.
"Suç benim gerçekten de."
"Sadece, onun yanındayken aklını yitiriyorsun. Bu o kadar da suç değil. " dedi Buket.
Ezgi "Bana da anlatın." deyince Buket kısaca olanları aktardı.
"Biliyor musun İnci,heyecanını kontrol etmek zorundasın."
"Nasıl olacak ki Ezgi?!"
"Umursamamaya çalış. En azından onunla aynı ortamdayken muhattap olma. Seni fark etsin diye ıkınma kızım! Zaten senin farkında. Eminim EXO yurdunda üçümüzün de bahsi sıkça geçiyordur."
İç geçirdim:
"Tavsiyene uymaya çalışacağım. Peki nasıl affettireceğim?"
"Aman be! O kim ki kendini affettirmeye çalışacaksın! Öyle bir şeye gerek yok. Hem sen onu bunu boşver..." dirseğiyle hafifçe Buket'i dürttü "...Bizim kalbimiz ne zamandan beri boş. Unuttuk bu duyguları. Hadi söyle, kendini onun yanında nasıl hissediyorsun?"
Tavana diktiğim gözlerimi şaşkınlıkla bir Ezgi'ye bir Buket'e değdirdim. İkisi de heyecan ve merakla cevabımı bekliyordu. Onları hayal kırıklığına uğratacağım için bir an üzülsem de üzerinde fazla durmadım. Sıkıntıyla yüzümü buruşturdum ve gözlerimi karşımdaki duvara diktim:
"Oh Ha Ni gibi."
*Arkadaşlar, bölümü böyle garip bir yerde kestiğim için bian :( Annem wattypade giriyor olmamı sorun etmeye başladığı için eski sıklıkla girmeyeceğim. Ben de bu nedenle bölümü iki part halinde yayımlamaya karar verdim. Lütfen yorum ve özellikle de oylarınızı eksik etmeyin. Benim için son derece önemli :) Ve yorumdaki linke tıklayınız ^^ *
ŞİMDİ OKUDUĞUN
"Bir Gün Ben De Sunbae Olacağım!"
Fanfic"... Hadi söyle,kendini onun yanında nasıl hissediyorsun?" "Oh Ha Ni gibi." Stajyer olduğu için hoşlandığı sunbaesi tarafından dikkate alınmayan hatta küçümsenen birisi o. Dengelerin değişmesine çok kalmadı.