10. Bölüm

22.3K 687 67
                                    

Tatlı, ılık bir mart sabahıydı. Kraliçe halefi odasının büyük cam penceresinden içeri giren geniş ışık haznesinin içinde, yere oturmuş bir halde dikiş dikiyordu. Üzerinde pek de kalın olmayan ve tatlı bir pembe renge sahip ipekten bir elbise vardı. Celina'nın hediyesiydi, Astrum'dan getirtilmişti. Prenses kuzeni ona aynı zamanda şimşir bir tarak da hediye etmişti, şifalı şimşir ağacından yapılan bu tarak saçlar için çok sağlıklıydı. Illythia uyandığında oda hizmetçisine saçını o tarakla tarattırmıştı, altın rengi saçları şimdi parlak ve dümdüzdü. En kısa zamanda ben de Cellie'ye bir şeyler hediye etmeliyim.

İç çekti. Dikiş dikmesinin asıl amacı kendini sakinleştirmekti. Sabahının pek de hoş başladığı söylenemezdi. Babası günün ilk ışıklarıyla odasına gelmiş ve kızına prensi memnun edip edemediğini sormuştu.

Illythia yanağının içini ısırmıştı. "Öyle zannediyorum baba. Aramızda herhangi bir sorun yok." Tabii, ne demezsin.

"Bugünlerde canı biraz sıkkın görünüyor." diye karşılık vermişti Joseph di Sforza. "Onu neşelendirmenin bir yolunu bul. Her neyse, buraya gelmemin asıl amacı bu değil. Annen tekrar Altınvadi'ye geliyor."

"Ne?" diye bağırmıştı hayretle kraliçe halefi. "Ama baba... Safirova ne olacak?"

Joseph elini şöyle bir sallamıştı. "İdareyi bir süreliğine Lord Cavill'e bırakmayı planlıyorum."

"Ah." Lord Nicholas Cavill, Safirova'nın sancak beylerinden biriydi. İdare kimde olursa olsun, annesinin Altınvadi'ye geliyor olması midesini düğümlüyordu. "Pekala, anladım babacığım." Babası başını sallayıp odasından çıkmıştı.

Hiç kuşkusuz, Margaret'ın gelişinin ardındaki tek sebep, kızından memnun olmayışıydı. Bu kraliçelik mevzusunun asıl çılgına döndürdüğü kişi annesiydi. Hiçbir şey onu, kraliçenin annesi olmaktan alıkoyamayacaktı.

Illythia elini gergince boynundan geçirdi. Yüce Nymelle, bana güç vermelisin. Sana muhtacım. Dikişine devam edeceği sırada kapısı tıklanarak açıldı. Başını kaldırdığı zaman gelenin hizmetçisi Davina olduğunu gördü. Küçük omuzları gergindi.

"Leydim, Ekselansları Prens William kapıda. Sizi görmek istiyor." dedi çekingence.

Sabahım daha mükemmel olabilir miydi acaba? Oysaki ne güzel tasarıları vardı. Dikişini bitirdikten sonra eline bir kitap alıp korudaki göle inecek ve kitabını orada okuyacaktı. Sabırla iç çekti ve ayağa kalıp Davina'ya doğru başını salladı. "Pekala, söyle gelsin."

William tereddütle eşikten içeri girince Illythia elinde olmadan nefesini tuttu. Prens o sabah kırmızı bir yelek giymişti, pantolonu ise siyahtı. İki renk de onun kül sarısı saçlarına ve kehribar gözlerine o kadar yakışmıştı ki... Ama genç adamın tarifi imkansız yakışıklılığı, Illythia'nın kalp kırıklığını hafifletmiyordu.

"William." dedi kız pek de sıcak sayılamayacak bir sesle.

Prens yutkundu, neredeyse gergin gibiydi. Ellerini arkasında birleştirdi ve gülümsemeye çalıştı. "Illythia... bu sabah nasılsın?"

Sarışın kız ağırlığını bir ayağından diğerine verdi. "Teşekkürler, iyiyim. Ya sen?"

"Ben de öyle. Yani sanırım." Boğazını temizledi. "Ben aslında, düşünüyordum ki, acaba..." Aniden nefes almakta zorlanıyormuş gibi başını tavana doğru kaldırdı, öfkeli görünüyordu. "Bu, bu kadar zor olmamalıydı." dedi dişlerinin arasından.

"Ne bu kadar zor olmamalıydı?"

William başını tekrar normal hizasına indirdi, bakışları sertti. "Özür dilerim."

GündönümüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin