17. Bölüm

25K 632 106
                                    

Fanus yok olmuştu. Mum ise yanmaya devam ediyordu.

Altınadi' ye geri dönmek, yanan bir mumla hapsedildiği sırça bir fanustan çıkmak gibiydi. Mum hala oradaydı, hala nefes almasını zorlaştırıyordu ama en azından artık soluyabileceği başka bir hava vardı. Derinden nefesler alarak temiz bahar havasını sızlayan ciğerlerine çekmeye çalıştı.

Çığlık Bayırı'na babasının naaşıyla birlikte gitmek; Edmund'un tahmin ettiğinden çok, çok, çok daha zordu. Limana varır varmaz yerli halk feryat ederek Edmund'a, Annabelle'e ve en çok da Lord Beric'in tabutuna yaklaşmak istemişlerdi. Asayişi zor da olsa sağlamayı başaran Edmund boğazındaki yumrudan dolayı zar zor konuşarak, sağladıkları manevi destek yüzünden halka teşekkür etmiş ve bastıra bastıra gerçek failin Prenses Celina olmadığını, elinden geldiğince kısa bir sürede faili bulacağını ilan etmişti. Halkı ne kadar ikna edebildiğini bilmiyordu ama en azından kimse yüksek sesle Celina'ya lanet okumamıştı.

Sonra, en kötüsü, Leydi Clarissa ve küçük Anthony ile karşılaşmaktı. Edmund tabutu taşıyan adamlarla ağır ağır Çığlık Kalesi'ne girdiğinde, kapının önünde demirden bir kitle misali dimdik duran annesi gözyaşlarına boğularak tabuta sarılmış, Anthony ise küçük yüzü gözyaşlarıyla ıslanmış olmasına rağmen minik elini kalbine koyarak babasına son bir selam vermişti. O ana kadar hiçbir tepki göstermemiş olan Annabelle, boğazından kaçan hıçkırıkla beraber koşarak kalenin içine girmiş, Edmund ise yorgun bir tavırla eğilerek Anthony'yi kucaklamıştı.

Sonra bir gün, bir akşamüzeri, Annabelle korkunç bir gerçeği fark etti.

Kalenin ortak salonlarından birinde oturuyorlardı; Annabelle, Anthony ve Edmund. Leydi Clarissa kendini odasına kapatmıştı, kaledeki diğer soylu aileler ise kendilerine verilen dairelere çekilmişlerdi. Edmund, erkenden batıveren güneş onları gölgelere sığınmak zorunda bıraktığı için odanın şöminesini yakmıştı. Annabelle adeta görmeyen gözlerle ateşe bakıyordu, Anthony ablasının kucağında uyuyordu. Odadaki ağır sessizlikten dolayı boğulacakmış gibi hisseden Edmund kendine bir kadeh şarap doldurduğunda Annabelle aniden başını çevirip ona baktı.

Bir saniye sonra, kızın bakışları dehşetle irileşti. Edmund panikle elindeki kadehi bırakıp kız kardeşine doğru ilerledi ve hemen yanına diz çöktü. Annabelle'in elleri buz kesilmişti sanki, besbelli ki Anthony'yi uyandırmamak adına fısıldayarak konuştu.

"Et sosu." demişti titrek bir fısıltıyla. Her nasılsa fısıltısı Edmund'da normal sesinden daha ürkütücü bir tesir bırakmıştı, genç lordun omuriliği ürpermişti. "Hatırlıyor musun? Sen de, ben de, Celina da etimizi sade yedik. Babam etine sos döktü. Zehir sostaydı.

Kahrolası bir sos. Edmund'un o geceye geri dönebilme şansı olsaydı sos şişesini sertçe babasının elinden alır, cam şişeyi hınçla yere fırlatır ve babasına açgözlülük etmemesini, eti sade yemesi gerektiğini söylerdi.

Ya da belki, o da etini soslu yerdi. Mum ciğerlerini yaktı. Edmund öksürdü.

Bu akşamüzeri Altınvadi'ye döndüklerinde onları limanda William bekliyordu, en kısa yoldan şehre varmak için yine güvenli kara yolu yerine riskli deniz yolunu kullanmışlardı. Edmund geminin güvertesinde gergince kız kardeşine bakmıştı.

"Anna, ben bunu onaylayana kadar... şüphelendiğimiz şeyden kimseye bahsetmezsen sevinirim." demişti kısık bir sesle. Gözleri kurşundan bile daha ağır görünen Annabelle kilitli çenesiyle onu onaylamıştı.

Edmund daha sonra, Annabelle'in dehşet dolu bakışları altında, iskelenin üzerinde bekler halde duran William'a sakin bir sesle bu akşam Celina'yı görmek için kendisine izin verilmesini, aksi takdirde kendini öldüreceğini söylemişti. Benzi saniyeler içinde kirece dönen William bir akbaba misali üzerine atılmıştı.

GündönümüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin