14. Bölüm

16.3K 620 76
                                    

Kendini fena halde kaybolmuş hissediyordu.

Odasında, kocaman yatağının içindeydi. Üzerinde incecik bir gecelikten başka hiçbir şey olmadığı için kat kat kumaşların arasında terlemiyordu. Şöminesi yanmadığı için oda biraz soğuktu. Şeyden beri hava, bahar ayında olmalarına rağmen, tuhaf bir biçimde bozuktu. Şeyden beri... babasının ölümünden beri.

Baba. Kelime, Anna'nın yalnızca zihninde süzüldü. Ağzını açıp da gerçekten söylemeye çalıştığında bir süredir boğazında yaşayan kelime muhafızı çabucak ayaklandı ve sert bir tavırla kelimeyi geri gönderdi.

Annabelle muhafızdan kurtulamıyordu. Babasının ölüm haberini aldığı günden beri ağzından tek bir kelime dahi çıkmamıştı. Konuşamıyordu.

Baba. Adamın her daim sert duran ama onu görünce yumuşayan yüz hatlarını, koyu kahverengi saçlarını ve ela gözlerini düşündü. Annabelle saçlarını ve göz rengini babasından almıştı. Davetsiz bir anı zihnine süzüldü: Kendisi henüz bebek olan Anthony'yi kucağına alarak salıncağa binmişti, babası da onları sallıyordu. Sahi, acaba Anthony ne yapıyor? Annem ne yapıyor? Edmund ne yapıyor?

Ağabeyini, babalarının ölüm haberini aldıktan sonra yalnızca bir kez görmüştü. Annabelle'in ölü bir denizi andıran durgun yüzünün aksine Edmund'un gözleri kıpkırmızıydı. Kız kardeşine sarılarak ne kadar üzgün olduğunu söylediğinde Anna onun kolları arasında tepkisizce durmuş, sonra da yürüyen bir ceset misali odasına yönelerek kapısını kilitlemişti. Üç gündür yatağında böylece yatıyor ve ancak zorlanarak da olsa bir iki lokma yemek ve tuvalete gitmek için kalkıyordu.

Belki de milyonuncu kez, buhran geçirip geçirmediğini merak etti. Hizmetçilerden, cinayet faili olarak Prenses Celina'nın tutuklandığını öğrenmişti. Bu konuda hala ne hissedeceğini bilmiyordu. Bir an için tepeden tırnağa öfke dolup bu uğursuz, hırslı ve zehirli kızın ağabeyiyle nişanlandığını güne lanet ederek ona beddualar ediyor; bir an sonraysa Celina hakkında nasıl bu kadar iğrenç düşünebildiğine şaşırarak utançtan ve üzüntüden ağlıyordu. Annabelle biliyordu, içinde ona aksini kanıtlamaya çalışan küçük şeytana rağmen, Celina Woodville masumdu. Zavallı kız. Ne var ki Annabelle daha kendine yardım edemiyordu, ona yardım edebilmesi imkansızdı.

Kumaşlardan yarattığı okyanusun içine daha derin gömüldü. Evet, belki de bunalımdaydı. Babasını çok özlüyordu. Yalnızca uyumak ve ağlamak istiyordu.

***

"Şimdi ben kulenin hayaletiyim, sonbahar rüzgarında sallanan kraliçeyim..."

Tanıdık şarkının en ünlü dizeleri davetsizce zihnine süzülürken, başını kaldırarak Gölge Kulesi'ne baktı. Efsaneye göre ilk Lancaster krallarından biri, kendisine ihanet ettiğini düşündüğü kraliçesini hapsetmek için tamı tamına üç hafta içerisinde bu kuleyi yaptırmıştı. Normalde bu derece yüksek ve sağlam bir yapıyı oluşturmak için aylar gerekirdi ama efsanede kralın, kulenin temeline kraliçeye karşı duyduğu nefreti karıştırdığı söylenirdi, bu nedenle kule bu kadar sağlam ve çabuk inşa edilmişti. Zavallı kraliçenin masumluğu ancak kadın ölüm döşeğindeyken anlaşılmıştı. Kral vicdan azabıyla kulenin en tepesine çıkmaya çalışmıştı ama yükseklikten dolayı kraliçeye tam kadının öldüğü an ulaşmış ve o üzüntüyle de kendini en tepeden atmıştı. O günden beri kralın ve kraliçenin hayaletinin kulede dolaştığına inanılırdı.

Saçmalık. Richard Carstairs hantal adımlarıyla bir vinç yardımıyla yukarı çekilen asansöre ilerlerken soğuk hava yüzüne çarptı. Soğuk iyi, soğuk benim evim. Gölge Kulesi'ne her zaman en azılı ve en adi suçlular hapsedilirdi. Üstelik onların vinçli asansörü kullanmasına izin de yoktu. Celina Woodville'in o dapdar, tehlikeli ve karanlık dört yüz doksan iki basamağı çıkarken bir kez olsun gururlu yüzünü buruşturup buruşturmadığını merak etti.

GündönümüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin