"Bu bir hakaret."
Üç kelime, loş ve serin odada, gelişigüzel bir biçimde havada kaldı. Astrum bahar ayının getirilerinden her şekilde nasibini almıştı. Sıcak, adeta tene nüfuz edip yapışan bir veba gibi insanların üzerinden akıyordu. Ama bu oda sıcak değildi. Prenses Rowena'nın sesi gibiydi, soğuk ve karanlık.
"Hakaret?" diye sordu Prens Boris başını mektuptan yavaşça kaldırarak, son yarım saattir gözünü ayırmadığı mektup her okuyuşunda ona daha uğursuz geliyordu. Büyük bir öfkeyle elinde tuttuğu altın kadehi yere fırlattı, kadeh zeminde tok sesler çıkararak yuvarlanmaya başladı. "Buna delilik denir Rowena! Kral ne cüretle bir Astrum prensesini aşağılık mahkumların kaldığı bir hücreye atar?"
Karısı kağıt kadar beyaz bir yüzle ona baktı. "Bu olay ne zaman olmuş?"
Prens, içindeki daha fazla kırıp dökmek isteyen yabani yanı bastırarak avucunda hafifçe buruşturduğu mektubu düzeltti, köşedeki tarihe baktı. "Yalnızca birkaç gün önce." dedi yavaşça. "Daemon bunu normal posta yolları yerine muhbirler aracılığı ile ulaştırmış olsa gerek, yoksa bu kadar erken gelmesinin imkanı yok."
"Yüce Tanrım." diye fısıldadı Rowena dehşetle. Normal koşullar altında bile porseleni andıran teni iyice bembeyaz kesilmişti. Ellerini yüzüne kapatarak ağlamaya başladı. "Benim zavallı Celina'm. Zavallı, masum bebeğim."
Boris derin nefesler alarak kendini sakinleştirmeye çalıştı. Evlendirmeye bile kıyamadığı, pek neşeli ve zeki biricik kızının soğuk bir zindanda kaderini bekliyor olması gerçeği onu delirtiyordu. Unutmayacağız, diye düşündü kanı damarlarından fokurdayarak akarken. Asla unutmayacağız.
"Peki," diye başladı Rowena zar zor duyulan bir sesle. "Şimdi ne yapacağız?"
"Yapmamız gerekeni." dedi prens kaskatı bir biçimde. "İki bin asker dört gün sonra Altınvadi'ye yürümeye başlayacaklar."
Karısı bir ok gibi sandalyesinden fırladı ve hayalet benziyle onun karşısına dikildi. "Delirdin mi?" dedi çığlık atarcasına. "Bu kralı daha fazla öfkelendirmekten başka bir şeye yaramaz!"
"Ne yapmamı tercih edersin?" diye sordu Boris soğukça. "Kızımızı istikbali belirsiz bir halde soğuk bir kulede ölüme mi terk edeyim? Ben yapsam Daemon yapmaz bunu."
Rowena'nın gözleri yeniden yaşlarla parladı. "Onu kast etmediğimi biliyorsun, Boris." dedi ağlamaklı bir sesle. "Yalnıza kızım için korkuyorum. Olası bir savaşın onu daha fazla tehlikeye atmasından çekiniyorum."
Prens hüzünlü bir biçimde iç çekti ve karısının saçlarını öptü. "Bir savaş olmayacak," dedi ve hemen ardından, sıkılı dişlerinin arasından konuştu. "Henüz."
***
Dans ediyordu.
Üzerinde ince bir elbise vardı. Üst kısmı tamamen krem rengi bir korseden oluşuyordu, alt kısmı ise kabarık olmayan, beyaz bir satendi. Bu, kızın asla saray içerisinde giymeyeceği kadar basit ve eksik bir elbiseydi, hiçbir leydi korsesiyle dolanamazdı zaten. Uzun ve kahverengi saçları açık bırakılmış, yanlarına iki tane toka takılmıştı. Edmund gözünü bile kırpmadan ona bakarken, kuledeki prenses kollarını zarifçe başının üzerinde kaldırdı ve eteğinin uçuşmasına sebebiyet verecek bir biçimde kendi etrafında dönmeye başladı.
Celina. Dudakları, kelimeyi telaffuz etmek ister gibi aralandı ama bunu yapamayacağını biliyordu. Eğer burada olduğuna dair en ufak bir ipucu verirse neler olacağını düşünmek dahi istemiyordu. Yorgun ve kanlanmış gözleri her geçen saniye kızın güzelliğini daha fazla içerken, nişanlısı dönmeyi bırakarak zarifçe eteklerini tuttu ve nazlı bir ceylan gibi, zarifçe iki yana doğru süzüldü. Küçük ayakları çıplaktı, bir an için Edmund onun hastalanmasından korktu. Bir an sonra ise Celina önce sol, sonra da sağ elini eteklerinden çekti ve etrafında dönmeye devam etti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Gündönümü
Historical Fiction"Gece ve gündüz ebediyen yer değiştirecek." Küçüklüğünden beri bir kraliçe olmak için titizlikle yetiştirilen yirmi yaşındaki Celina'nın hayatı, kuzeninin veliaht prensle nişanlandığını öğrenmesiyle altüst olur. Yüreğinde taşıdığı ağır ihanet hiss...