20. Bölüm

1.7K 103 34
                                    

Genç adam ayaklarını adeta sürükleyerek babasının huzuruna giden yolda ilerlerken, kafasını uzun süre soğuk suyun içinde tutmuşçasına üşümüş hissediyordu. Kral havadisleri korkunç bir öfkeyle karşılayacaktı, William bundan emindi. Emin olmadığı şey ise isyanı bastırması için kendisine izin verip vermeyeceğiydi.

Verse bile isyanı nasıl bastırmayı düşünüyorsun, diye sordu kafasının içindeki küçük bir ses. William'ı en çok korkutan da buydu. Yıllarca askeri eğitim almak başka bir şeydi, gerçekten askeri eğitimini kullanması gereken bir çarpışmada bulunmak ayrı bir şeydi. William'ın bu konuda hiç tecrübesi yoktu. İsyanı kimseyi incitmeden bastırmak istiyordu.

Sonuna kapının önüne ulaştığında durdu ve içeriden gelen sesleri dinledi. Genç bir kadının sesi hevesle çınlarken, bir adamın şimşek gibi kahkahası kızın sesine eşlik ediyordu. Prens midesi düğümlenmesine rağmen dişini sıktı ve içeri girdi. Elisabetta Crawley, kralın dizlerinin dibinde oturuyordu, ayaklarını gül rengi elbisesinin altında toplamıştı. Kral ise ara sıra gülerek kızı dinliyor ve kızın saçlarıyla oynuyordu. William'ın içeri girdiğini fark eden küçük kraliçe sustu ve meydan okuyan, mağrur bakışlarını prensin üzerine dikti.

William o bakıştan da, kızdan da ölesiye nefret ediyordu.

"Müsaade ederseniz," dedi ipek gibi bir ses tonuyla, ikisine de reverans yapma gereği duymamıştı. "Majesteleri kralla konuşmam gereken bazı özel meseleler var."

Elisabetta gülümsedi—küçük, alaycı bir gülümsemeydi bu. Parmak uçlarında yükselerek kralın yanağına hafif bir buse kondurdu ve William'a, genç adamda uzanıp onun o ince boynunu kırma istediği yaratan son bir bakış attıktan sonra odadan çıktı. Kral Caladrian hülyalı gözlerle onun gidişini izledi.

"Annenin gençliğine," dedi huşu içinde. "Ne kadar da benziyor."

William yapabilseydi, o anda adamı tokatlardı. Bugüne kadar atılmış tokatların en sertiyle hem de. Isobel Grey yeryüzünün gördüğü en zarif kadındı ve babası onu Elisabetta Crawley gibi fırsatçı, gurursuz küçük bir hainle mukayese ediyordu. Ellerinin titrediğini göstermemek için onları arkasında birleştirdi ve hafif bir gülümsemeyle babasına baktı.

"Siz öyle takdir ettiğinize göre, babacığım..." dedi ılımlı bir tavırla. "Elisabetta çok sıcakkanlı ve nazik bir kraliçe." Kelimeler ağzında öylesine iğrenç bir tat bıraktı ki, William midesinin bulandığını hissetti.

"Ah." Kralın kurşuni gözlerini tam olarak okumak imkansızdı, William onun bu sözleri duymaktan hoşnut kaldığını umdu. "Gerçekten böyle mi düşünüyorsun?"

"Elbette. Henüz çok... taze bir kraliçe olmasına rağmen tüm sarayı kendine hayran bıraktı. Çok yakında tüm ülkede de benimseneceğinden kuşkum yok."

Kralın yüzündeki gülümseme aniden kaybolunca William ne konuda hata yapmış olabileceğini düşündü. Adam bir saniye sonra iç çekip dudaklarını büzdü. "Sen böyle söyleyince... Sana anlatmam gereken bir şey var, Will."

Tanrım, hayır. Kral biliyordu, Elisabetta aleyhine çıkan isyandan haberdardı. Ve eğer haberdarsa, mutlaka o zavallı insanlara karşı yapacağı katliam tasarısı hazırdı. Telaşı her saniye artarken kusacakmış gibi hissetti ama kendini sakin olmak ve konuşmanın akışına göre yeni bir plan hazırlamak konularında zorladı. Buna mecburdu.

"Dinliyorum, babam hazretleri."

"Isobel'in köken olarak nereden geldiğini hatırlıyor musun?"

Sanki unutabilirmişim gibi... "Kartepesi'nin yakınlarındaki bir kasaba, Yeşilçayır."

"Yeşilçayır." diye tekrar etti kral, sesinde soğuk bir alaycılık vardı. "Biliyor musun, Elisabetta'nın kraliçeliğine isyan etmişler. Yolladığım sancağı yakmışlar ve yegane kraliçe olarak Isobel'i görüyorlarmış."

GündönümüHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin