Merhaba. 2014 yılında başlayıp 2018 yılında hala bitiremediğim hikayeyi paylaşmak için daha uygun zaman olamaz dedim ve biraz da İrem'in gazıyla bir hesap açıp buradan yayınlamaya karar verdim. Umarım bu kez sonunu birlikte göreceğiz.
-Gelecekten not: Yıl 2020. Ha gayret! Teknik yanlışlıklara falan takılırsam asla bitmeyeceğinden yayınlayacağım direkt.-İyi okumalar 💛
"Birçok şeylere ihtiyacımızı ancak onları görüp tanıdıktan sonra keşfetmez miyiz?"
Sabahattin AliSinirle ellerimi saçlarıma daldırıp başımın sol yanına attım. On beş dakikadır tempolu bir şekilde yürüyorduk ve ben artık burnum ya da ağzımdan değil, başka bir organımdan nefes alıyordum. Elimi Doğukan'ın son bir yıldır çalışarak binbir zorlukla şişirdiği koluna vurdum. "Keşke Avrasya Maratonu'na falan katılsaydık. En azından bir amaca hizmet ederdik."
O bana aldırmadan yürümeye devam ederken sesli bir şekilde ofladım. Dışarıdan, annesi tarafından zorla gezmeye götürülen bir çocuk gibi durduğumun farkındaydım ama bilin bakalım bu kimin umurunda değil?
"Doğu!" diye sitemle seslendim. "Resim yapmaktan zerre anlamıyorum ama sen beni ısrarla o topluluğa götürüyorsun, farkında mısın?" Bu sefer oflayan taraf oydu. Bana dönmeden konuşmaya başladı.
"Hadi gülüm ya, az kaldı zaten. Hem söz vermiştin."
Gözlerimi devirip ayaklarımı yere daha sert vurarak yürümeye devam ettim. Doğukan'ın ensesi terden parlıyordu ve saçlarının ensesine değen kısmı ıslanmıştı. Ama sporcu olduğundan olsa gerek nefesinde hiçbir bozukluk yoktu. Ben mehter ritminde nefes alırken o sanki yeni yürümeye başlamışız gibi rahattı. Belki beden eğitimi derslerinde matematik çözmek yerine egzersizlere katılmalıydım.
"Bak Memati," dedim gülüm lafına gönderme yaparak. "Sana söz verdiğimde lisedeydik, aynı üniversiteyi kazanmamız düşük bir ihtimaldi ve aynı üniversiteyi kazansak bile üniversitenin kampüsünün bu kadar büyük olacağı aklıma gelmezdi." Aniden bana dönüp sırıttı. "İşte geldik."
O büyük binaya yönelirken ben de sessizce arkasından ilerledim. Ona, aynı üniversiteyi kazandığımızda kulüplere birlikte katılacağımıza ve kendi çevremizi edinene kadar onu yalnız bırakmayacağıma dair söz vermiştim. Gerçi kendi çevremizi edinsek bile ondan kopmam mümkün değildi. Kaldı ki, 'altın' çocuk çoktan çevresini kurmuştu. Doğukan Altınsoy, tam bir yetenek abidesiydi. İyi futbol oynayan, resim çizen, zeki mühendis adayı. Üstelik yeteneklerinin gereği olan kibire bile sahip değildi. Alçak gönüllüydü. Sanki daha fazla mükemmel olabilirmiş gibi.
Lisenin ilk günü despot sınıf hocamız bizi yan yana oturtmuştu. İlk başlarda o kadar utangaç ve sessizdi ki ergen yaşıtlarımızdan bu derece farklı olması beni şaşırtmıştı. Zaman geçtikçe daha da yakın olmuştuk ve yetenekleri böylelikle öğrenmiştim. Beyinleri hormonları tarafından esir alınan ergenler aramızda bir şeyler olduğuna dair iğrenç imalar yapıp dedikodular yaysa da bu bizim aramızı bozamamıştı. Annem ona oğlum demeye başladığında ve ablam onu bana karşı koruduğunda saydırsam da bu saatten sonra ondan vazgeçmemin imkansız olduğunu biliyordum. O, kötü zamanlarımda hala birilerine, bir erkeğe güvenebileceğimi bana öğreten iki adamdan biriydi.
Doğukan'ı takip ederek bir sınıfa girdiğimde gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Burası beklediğimden çok farklıydı. Orta büyüklükte bir lise sınıfı gibi olmasına rağmen öyle güzel düzenlenmişti ki lise tarzı sıralar bile burayı çirkin gösterememişti. Duvarların her biri ait olduğu renklerin en açık, en yumuşak tonuna boyanmıştı. Her biri nizamsız asılmış resimler toplu bakıldığında bir düzen içindeydi ve bunun için oldukça uğraştıkları belliydi. Açık sarı duvara lacivert boyayla yazılan isimler o kadar şık duruyordu ki buraya bir kadın eli değdiğine emindim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eksik
Teen FictionHayat sizden bir şeyler alır ve sizi eksik bırakır. Büyüdükçe doldurulacak boşluklar çoğalır, oyuklar derinleşir. Yapmanız gereken, doğru kişiyi bulmak ve... tamamlanmak.