"Sende gördüğümü görecekler diye ödüm kopuyor."
Özdemir AsafHava, kasım ayına uymayacak şekilde güzeldi. İki gün sonra başlayacak vizeler içime heyecan tohumları ekerken hiç bilmediğim bir sınav sistemi içerisinde ne yapacağımı düşündüm. Bu tanımadığım bir şehirde tek başına kalmak gibiydi. Neyse ki bu duyguya da çok yabancı değildim.
Dün kafeteryada olan tartışmanın ardından herkes, sanki ne hakkında konuşulduğu bilinmiyormuş gibi birbirine fısıldamış, ardından eski haline dönmüştü. Ben dikkatimi konu üzerinden dağıtmak için delicesine bir uğraş vermiştim çünkü Doğukan kendine yakışmayacak merakla kavganın nedeni hakkında konuşup durmuştu.
Doğukan'ın, Gökçe'yi sudaki zeytinyağı pozisyonuna ulaştıran nedenlerini duymak da oldukça zor olmuştu. Daha birkaç saat önce onun dolduruşları yüzünden kavga etmiştik. Doğukan'a göre Gökçe'nin bu hareketi iyi niyetliydi, bana göre ise cüretkar bir hadsizlik. Yirmi iki yaşında birinin, başkalarının işlerine karışılmayacağını bilmesi gerekirdi. Bu yaşa kadar öğrenemediği şeyi ona öğretmek konusunda içimde büyük bir heves olsa da içimdeki cazgır intikamcı, edepli olanın baskısıyla sinmişti. Onun sevgilisine içten içe sulanıyorsun tatlım, buna hakkın yok cümlesinin insanı sindiren bir yanı olduğu inkar edilemezdi.
Bugün ise Aslı'yla hem güzel havayı değerlendirmek hem de ders çalışmak için kampüsteki banklardan birinde oturmuş bir saattir sorulardan ibaret olan konuşmalarımızla not çıkarıyorduk. Aslı, normal zamanlarda konuşmayı sevse de ders konusundaki hassasiyeti beni mutlu etmişti.
"Şunun formülü neydi, Deniz?"
Aslı'nın yeni soru cümlesi kulaklarıma ulaşınca ona dönüp formülünü sorduğu soru tipine göz gezdirdim ve kitabın sağ köşesine formülü yazdım. Sorunun anlatım şekline ihtiyacı olmadığını söyleyen sevimli ses tonuna gülümseyip önüme döndüm ve gördüğüm kişi gülümsememin kararsızlıkla yüzümde asılı kalmasını sağladı. Gülmek istemek ve gülmemek gerektiğini bilmek arasındaki çizgi ne kadar da inceydi böyle. Çizginin üzerinde tek ayağım üzerinde durmuş, dengemi sağlamaya çalışır bir şekilde onu süzdüm.
Giydiği yakası düğmeli, siyah tişörtü yapılı olduğunu belli edercesine vücudunu göz önüne sermişti. Yeşilin koyu tonlarındaki pantolonu uzun bacaklarını sararken belli belirsiz iç çektim. Her ne kadar ona Kiklop desem de tek gözlü bir devden çok tanrıyı andırdığı aşikardı.
Bez sırt çantasını çocuksu bulurdum, Onur'un taşıdığını görmeden önce. Onu tamamen sportif hale getirmiş bu çanta, vücudunun sırrını ifşa edercesine sırtındaydı. Üzerinde gördüğüm her şey, altın suyuna batırılmış etkisi yaratıyordu.
Cebine koyduğu telefonundan uzanan beyaz kulaklığın teki kulağındayken biriyle konuşmaya başladı. Ciddi yüzü önce kibar bir tebessümle kasılırken, duyduğu her neyse keyfini yerine getirmiş olmalıydı ki güzel gözlerini kısan bir gülüş bahşetti karşısındakine. Kasımın İstanbul'a yakışmayan ılık havasının kaynağı buydu belki de.
"Günday etkisi,"
Duyduğum ses beni yerimden zıplatırken düz bir çizgi haline geldiğinden emin olduğum kaşlarımla Aslı'ya döndüm.
"Anlamadım?"
"Onur diyorum, Günday diyorum,"
Sözlerinin ardından göz kırpınca söylediği şeye az çok anlam verebildim ve Onur hakkında bildiğim şeyler arasına resmi bir bilgi daha eklenmesinin gizli sevincini yaşadım. Yirmi üç yaşında olduğunu biliyordum. Kolejden mezun olmuştu, üniversitedeki ilk senesini rahat geçirebilmek için İngilizce'si iyi olmasına rağmen tekrar hazırlık okumuş ve okulu da bir yıl uzattığı için hala son sınıfın birkaç dersini vermek için çabalıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eksik
Teen FictionHayat sizden bir şeyler alır ve sizi eksik bırakır. Büyüdükçe doldurulacak boşluklar çoğalır, oyuklar derinleşir. Yapmanız gereken, doğru kişiyi bulmak ve... tamamlanmak.