"Bilme, tanıma beni.
Merdivenleri üçer beşer çıkmanın sevinci yok içimde."
Birhan Keskin"Onur?" diye seslendim karanlıktaki silüete. Kim olduğunu biliyordum. Birkaç gün önce ilk kez duyduğum bu sesin sahibi beynimin her hücresine sinmişti. Yine de sesimdeki soru tonunu eksik etmedim. Sanki onun yanına koşarak gitmek istediğimi, uyumadan önce benimle uğraşmasını düşündüğümü, tanıştığımız ilk günden beri kampüste her yerden o çıkacakmış gibi gezdiğimi anlayacakmış gibiydi.
Sigarasının külü yere düşmeden önce son kez şevkle parlarken "Benim." diye cevapladı. Kurumuş dudaklarımı ıslatıp banka doğru yöneldim ve oturur oturmaz derin bir nefes verdim.
Daha ona attığım ilk adımda rüzgar içtiği sigaranın dumanını bana getirmişti. Koku öylesine tanıdıktı ki birden on yaşıma dönmüştüm. Babamın her eve gelişinde evimizi istila eden koku. Portmontada, diğerlerinin yanında asılı duran paltosunun her bir santimine işleyen koku. Beni kucakladığında yüzümü buruşturmamı sağlayan koku. Bu koku benim beş yıldır yüzünü görmediğim babamdı. Her İzmir'e gelişinde görmeyi reddettiğim babam.
Halbuki her gitmeyişimde, gece ağlayarak uyurdum. O gün ders çalışmazdım, yemek yemezdim, insanlarla konuşmazdım. O günü babamla geçiriyormuşum gibi yaşardım. Babamla olduğum için ders çalışamıyorum, babamla yemek yediğim için açım, babamla konuştuğum için diğerlerine gerek yok.
"Neden hala buradasın?"
Dolu gözlerimi gizlediği için karanlığa dua ederek bakışlarımı Onur'un oturduğu tarafa çevirdim. Şimdi uzaktan olduğundan daha netti. Üzerine giydiği siyah ceketinin önünü sıkıca kapatmıştı. Saçları darmadağındı ve sol kaşının altından çenesine kadar kıvrımlı, kalın bir çizgi vardı. Cebimdeki telefonumu tekrar yüzüne tuttum. Sol kaşından akmış ve artık kurumuş kan kavganın nişanesi olarak çenesine uzanırken sinirli bir nefes verdim. Bu çocukluktu. Kavga etmesi, kavgadan sonra bu soğukta ince bir ceketle bu bankta oturması, yarasını temizlememesi...
Çantamdan çıkardığım ıslak mendili ona uzatıp "Eve gidiyordum." diye söylendim. Yüzüne bu bahaneyle dokunmayı çok istesem de yapmadım. Ona doğru attığım her adımda başının üstünde 'sevgilisi var' yazan neon bir tabela beliriyordu ve bu beni durdurmak için yeterliydi. 'O, seni çocuk olarak görüyor' ise diğer sihirli kelimeler.
"Bu ne?" diye sordu.
"Yüzünde kan var, öyle durma," Yüzümü buruşturdum.
"Görmüyorum ki..." Sigarayı yere atıp yüzünü bana çevirdi.
"Ben mi sileyim?"
Sana dokunmamı mı istiyorsun?
"Evet?" Güldü. "Kan mı tutuyor?"
Yok ama kalbim konusunda emin değilim.
Sol elimle yavaşça çenesini kavrayıp diğer elimdeki ıslak mendili sol kaşının altına bastırdım ve kanın çizdiği çizgiyi takip ettim. Gözlerine bakmamak için kendimi zorluyordum çünkü bakarsam göreceklerimden, hissedeceklerimden korkuyordum.
"Acımıyor, korkma," Titreyen ellerimi acı çekmesini istemediğim için duyduğum endişeye yormuştu. O an benimle konuştuğu için refleksle gözlerine baktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eksik
Teen FictionHayat sizden bir şeyler alır ve sizi eksik bırakır. Büyüdükçe doldurulacak boşluklar çoğalır, oyuklar derinleşir. Yapmanız gereken, doğru kişiyi bulmak ve... tamamlanmak.