5. Bölüm - Duygular

5.8K 449 80
                                    





"Kendimle konuşurken bile onun hoşuna gitmeye çalışıyordum."
Oğuz Atay

Ailesinde sorunlar olan çocuklar için tüm bunlardan kaçmanın iki yolu vardır. Ya hayatı boşlayıp vurdumduymaz olursunuz. Zaten sorunlara boğulmuş ailenizi daha da sıkarsınız. Her hareketiniz küçük bir çocuğun şımarıklığını barındırır. Hüznün arkasına saklanıp işe yaramazın teki olup çıkarsınız. Ya da benim gibi direnirsiniz. Çok ders çalışır, çocukluğu rafa kaldırırsınız. Geceleri ağlayarak uyuyan annenizin gözyaşlarının sebeplerinden en azından birini azaltır, ona kendinizce yardım edersiniz. Hayat sizden elini çekerse siz yüzsüzlük yapıp ona daha sıkı tutunursunuz.

Babam, muhasebeciliğini yaptığı eczaneden kumar borcu yüzünden para çalmıştı. İlk başlarda bunu saklayabilmişti ama açık gittikçe artınca her şey su yüzüne çıkmıştı. Eczanenin sahibi yıllardır babamla çalıştığından ve bize acıdığından borcu ödemesi karşılığında dava etmemişti. Yaptığınız şey yüz kızartıcıysa aynı iş alanında aynı şartlarda iş bulmak neredeyse imkansızdır. Bu sebeple Antalya'ya, amcamın yanına gidip orada bir işe başlamıştı. Her ay bize belli bir miktar para yollar borcu ödememizi isterdi ama hem geçinip hem borcu ödememiz hayal gibi bir şeydi. Annem de çalışmaya başlayınca huzurlu bir evde büyüyen ben olanları kaldıramamıştım. Babam yoktu, okuldan gelince bomboş evde karşılaşıyordum ve yalnızdım.

Derslere ilgimi kaybetmiştim. Sınavlara çalışmıyordum, devamsızlık yapıyordum ve notlarım düşmüştü. Bir gün, annem okula hocalarımla konuşmak için geldiğinde bende tokat etkisi yaratan o sözleri duymuştum. Bana karşı anlayışlı olunmasını bekliyordu. Hocalarıma üstüme gelinmemesi gerektiğini, zor günler yaşadığımı söylemişti. "Sorunlu bir çocukluk yaşıyor." lafı dakikalarca kulağımda çınlamıştı.

Kendimi küçülmüş hissetmiştim. Aciz. Arkasını başkalarına toplatan sorumsuz biri gibi. Babam gibi. O nasıl insanların acıyan bakışlarını üzerimize çekip gittiyse, aynı hüznü ben de anneme yaşartıyordum. Sadece kendimi düşünüyor, ailemi düşündüğümü bahane ederek kendimi kandırıyordum.

Eve gidince tüm gün ağlamış, içten içe anneme ve kendime söz vermiştim. Annemin kamburu olmayacaktım. Asla kimseye muhtaç olmayacaktım. Eksikliklerimi kimseye belli etmeyecektim. Kendi başımın çaresine bakabilecek güçteydim, düşkün biri olmayacaktım. Söz verdiğim gibi yapmış, kimseye muhtaç olmadan bir şeyler başarmıştım. Burs kazanıp gittiğim dersanem ve tek bir lira almadan bana ders veren matematik hocam vardı bir tek. Ben dokuz yaşındayken mahallemize taşınan komşularımızın benden dört yaş büyük, zeki ama serseri oğlu, Tibet.

Sıkılınca yaptığım gibi geçmişi düşünmeye başlayınca notlarımı bir araya getirip dosyama istifledim. Erken kalkıp ders çalışmak yıllar önce edindiğim bir alışkanlıktı ama bugün bu geleneği devam ettirebilecek güçte değildim. Yorgundum, açtım ve iki saat sonraki dersime yetişebilmek için hazırlanmaya başlamam gerekiyordu. Ne yazık ki hazırlanma konusunda yavaştım.

Önümdeki beyaz kağıtta kalem oynatarak Onur'la konuştuğum o geceyi düşündüm. Zannettiğimden daha sıcakkanlıydı. Bana karşı takındığı alaycı tavrı yerini daha samimi bir adama bırakmıştı. O adam, onunla karşılaştığım ilk gün duvarda resmini gördüğüm adamdı.

Kalemi tamamen bastırmadan çizdiğim rastgele bir yuvarlak.

Rengi hakkında hala karar veremediğim gözlerinde boşluklar vardı. Nedenini çözemediğim, deli gibi öğrenmek istediğim boşluklar. Birilerinin onu eksik bıraktığını bilmek istemeden de olsa canımı sıkıyordu. Bu hikayenin arkasında bir kalp ağrısı olduğunu düşündüğümdendi belki.

EksikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin