"Deniz çok uzaktaydı
Ve dokunuyordu yalnızlık."
Yusuf HayaloğluUçuşan kar taneleri arasında güçlükle sigaramı yakıp derin bir nefes çektim. Gözlerim küçük kafeteryadan ayrılmıyordu. Camın önünde oturmuş beş kişinin güçlü gülüşlerine bakıp seslerini duymadan da çok eğlendiklerini görüyordum. Üç erkek de art arda hararetle konuşurken kızlar onlara göre daha sakince gülüyordu. Beni ilgilendirmeyen bu olayı çektiğim derin bir nefesle sindirmeye çalıştım. Beni gerçekten ilgilendirmiyordu.
Deniz ne yaptığını bilecek kadar olgundu. Akıllıydı, ne istediğini bilirdi. Konuşurken zar zor duraklardı, kafasındaki çarkların durduğunu zannetmiyordum. Yorgun ama çalışmaktan asla bıkmayan bir beyni vardı. Deniz önemserdi. Değer bilir, değer bildiğini belli etmekten çekinmezdi. Bir de çok güzeldi. İnsana, güzel diye sınıflandırdığı her şeyi sorgulatacak kadar güzeldi.
Ona çocuksu diyemiyordum, yetişkin diyemiyordum. İncecik bir çizgide tüm zarafetiyle salınıyordu. Bazen çok fazla kaçıyordu, ona yetişkin diyememem bu yüzdendi. Güvenli sınırlarından çıkmıyordu, yeterince cesur değildi. Yetişkin olmak demek yürümekten korkmamak demekti, ben Deniz'i yalnızca emeklerken görüyordum. Ne kadar olgun olursa olsun çekip almayı bir türlü beceremiyordu, yalnızca istediği şeyin etrafında dolanıyordu. Güvenli bir nokta arıyordu aramasına ama kendisine bir türlü güvenemiyordu.
Aramızdaki şeyin ayarı kaçalı çok olmuştu. Bunun ben de farkındaydım. Onu öptüğüm andan sonra dengemiz şaştı diyebilirdim ama bu apaçık yalan olurdu. Deniz, onunla ilk tanıştığım andan itibaren hiçbir zaman arkadaşım olmamıştı. Kendimi kandırıyordum.
Benim için bir şeyler hissettiğini başından beri biliyordum. Bana, diğerlerine güldüğünden daha pahalı gülüyordu, daha fazla. Çok konuşmaktan hoşlanmamasına rağmen benimle sohbet konuları açıyordu. Ama beni, onun bana karşı hislerini olduğuna ikna eden şey vedalarımızdı. Benim yanımdan giderken ayaklarını sürüklüyordu. Diğerlerinin yanından kaçarken koşmamak için kendini zor tutan ayakları benimleyken yere saplanıyordu.
Ve ben Onur Günday, babasının oğlu olmaya devam ederek bundan deli gibi zevk aldım. Deniz gibi biri tarafından farklı görülmek büyük ikramiye gibiydi. Annem hayatımdan çıkıp gittikten sonra kendimi asla bu kadar değerli hissetmemiştim. Hayatımda ilk defa bir kadın çıkarsız, elde etme dürtüsü olmadan gülüşüme gülümsüyordu. Deniz uzatmaktan korktuğu elleriyle bana bir şekilde dokunmuştu.
Benim aptalca fikrim olan iddia yüzünden günlerce onu göremeyince anladım. Ben Deniz'le arkadaş olamazdım. Kıyısından geçmeye heveslenmediğim Adana'yı bahane ederek ona yakın bile olmayan İzmir'e gelmek yalanın daniskasıydı. Onu görmek, onunla konuşmak, sınav sonuçlarını sormak ve hiç geçmeyen sarılma isteğim için harcadığım saatlerde hayatımın en güzel yolculuğunu yapmıştım. Yolun sonunda beni bekleyen şey harcadığım her dakikayı katlanılır kılmıştı.
Bunu göremiyordu. Ona farklı davrandığımı, hayatımda kimseyi almadığım bir yeri tamamen ona tahsis ettiğimi göremeyecek kadar kendine güvensizdi. Bu güveni kıran bendim, asıl içimi sıkan da buydu.
Kafamın içindeki korkak çocuğun farkında değildi. Onun cesaret edemediğini yapıp ona her el uzatacağımda cesaretim bir hatırayla kırılıyordu. Korkumu ezemiyordum. Kendimi ne kadar ikna etmeye çalışırsam çalışayım kafamda canlanan o resmi karalayamıyordum. Her hayalin sonunda kendimi babam gibi o koltukta tek başıma buluyordum.
Hayatımın hiçbir döneminde olmadığı kadar annemi özlüyordum. Konuşabileceğim bir mezarlık, ziyaret edip dertlenebileceğim bir kaza yeri yoktu. Annem beni karanlık bir odaya kilitlemiş ve gitmişti, göremiyordum. Yalnız bırakmıştı, duyamıyordum. Bana nasıl hayatta kalmam gerektiğini öğretmeden, arkasında bir kağıt parçası bırakarak terk etmişti. Beni doğuran kadının tahammül edemediğine Deniz nasıl dayanacaktı ki?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eksik
Teen FictionHayat sizden bir şeyler alır ve sizi eksik bırakır. Büyüdükçe doldurulacak boşluklar çoğalır, oyuklar derinleşir. Yapmanız gereken, doğru kişiyi bulmak ve... tamamlanmak.