"Ve kafam, il olma izni alabilecek kadar kalabalıktı."
Hakan GündayMavi, restoranın temasına yakışacak bir biçimde duvarlarda hüküm sürüyordu. Karşımdaki duvara monteli balık figürü üzerine ağ atılmış bir şekilde bana bakarken oturduğum ahşap sandalyede sırtımı geriye vererek son gerginlik kırıntılarını da üzerimden attım. Şu sıralar o balıktan çok da bir farkım yoktu. Gidişata tamamen başkaları karar veriyor, ben de kararlara uyarak sonuçlarını izliyordum. Bu kez fena avlanmıştım. Annemin başına buyruk kızı öyle bir tökezlemişti ki annem bu halimi görse, "Benim de gözlerim mavi, arada sırada benim de sözümü dinle." derdi.
Oldukça geniş olan restoranda, cam kenarında bir masada bizi bekleyen Selin ve Ozan'ın yanına geleli henüz iki saat olmuştu ama ağzımdan çıkan kelime sayısının iki yüze ulaştığını zannetmiyordum. Hala çekingendim fakat burada, onlarla olmak ilginç bir şekilde keyifliydi. Onur'la aynı ortamda bulunduğum için üstümden akan çekingenliği saymazsak, karşımda tüm neşesiyle parlayan iki insanla iyi anlaşmıştım. Hatta benimle ilk karşılaştığında hakkımda kibirli diyen diğer insanların aksine ilk andan beri oldukça yakın ve güler yüzlüydüler. İşin güzel yanı, ben burada olduğum için değil de gerçekten böyle gibi duruyorlardı. Sanki yakın arkadaşlardık ve klasik buluşmalarımızdan birindeydik.
"He bak biz Onur'la nasıl tanıştık sana onu anlatmadım,"
Ozan'ın tarazlı ve gür sesi restoranı dolduran kıvrak kanun sesine karışırken devam etmesini ister gibi kafamı salladım. Adana ağzında konuşması ona olan sempatimi beslerken samimiyeti şaşırtıcıydı. Karşısındaki kişiyi kucaklayan ses tonunun yanında gülümsediğinde etli yanaklarında çıkan koca gamzelerle karşısındakinde küçük bir çocuğa duyulan şefkati uyandırıyordu. Küçük bir çocuktan tek farkı, Onur'la orantılı boyu ve ek olarak onu bile aşan cüssesiydi. Gri tişörtünün üzerine giydiği lacivert gömlekle her insanın hayatında bir kere aynı sınıfta olduğu iri, afacan çocukları andırıyordu.
"Daha lisenin ilk haftası. Ya cuma ya perşembe, hangisiydi lan?"
"Perşembeydi," Onur'un yüzündeki huzurlu gülümseme ortama olan memnuniyetini mi gösteriyordu yoksa geçmişe seyahatinden miydi bilmesem de ilk karşılaştığımız günden beri ilk defa böyle gülen gözlerle bakıyordu.
"Doğru, beden dersi vardı o gün, neyse. Herkes nasıl leş, nasıl salak. Ben geçiyorum cam kenarına elim çenemde, sürekli babama küfrediyorum içimden. Koleje yolladı beni böyle bebelerle bıraktı diye ama nasıl sinirliyim. Kıpkırmızı kesiliyorum böyle," Yumruklarını sıkıp kafasını iki yana sallayarak o anı tasvirleyince küçük bir kahkaha attım.
"O perşembe teneffüste, sınıfta oğlanlar tepişiyorlar. Az kişilik sınıf, biraz dar o yüzden. Nasıl iğrenç kokuyor ama anlatamam. Elim pencere kulbuna gidip gidip geliyor. Ya birini atacağım aşağı, ya kendim atlayacağım. Sonra bir baktım duvar kenarında çakır gözlü biri. Dişlerini sıkmış böyle çenesi daralmış, boynunda bir damarı var ya bunun, atıyor sürekli,"
Onur'un lisedeki halini düşününce gülümsedim. Boyu muhtemelen şimdikinden karışlarca kısaydı. Toy yüzü daha güzel ama daha az erkeksiyken karşılaşsak, yine böyle hisseder miydim? Lisede onu görsem, böyle içim titrer miydi? Muamma. Ama gözleri o zaman da böyle bakıyorsa her yol yine ona varırdı.
Birini tanımak için zamana ihtiyacı olanların aksine ben tanıştıklarımın gözlerinin içine bakmayı tercih ederdim. Renkleri önemli değildi. Biçimleri, büyüklüğü... Bunlar kalbinize lazım olan küçük ayrıntılardı. Bir insanı tanımak mantığın, dolayısıyla beynin ilgilendiği bir konuydu ve ben bir insanı en iyi gözlerine bakarak tanırdım. Onur'un insanda kıpırtılar uyandıran mavilerine baktığımda içtenliğin en olgun ama en acı dolu halini görüyordum. Araya karışan yeşillerin bile dolduramadığı bir boşluk vardı o gözlerde. Eski bir hikaye, duygusal bir harbin kapanmayan hendekleri...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eksik
Teen FictionHayat sizden bir şeyler alır ve sizi eksik bırakır. Büyüdükçe doldurulacak boşluklar çoğalır, oyuklar derinleşir. Yapmanız gereken, doğru kişiyi bulmak ve... tamamlanmak.