"Evet, şimdi ne var bakalım avucunda: Dövüş mü, yenilgi mi, bir bulut parçası mı?"
Turgut UyarÇocukluğumdan beri asla tek bir yakın arkadaşım olmamıştı. Ben her sene yeni biriyle arkadaş olan o değişkenlerdendim. Arkadaşlarım tarafından boğulduğumu hissedersem onlardan kaçardım, umursanmadığımı hissedersem yine kaçardım. Ve vardığım yerde bana kucak açacak birileri hep olurdu. Ablama göre iyi bir arkadaş değildim. Mükemmeli arayan yetersiz bir arkadaşsın, derdi. Bilmediği şey en iyi arkadaşımın kendisi olduğuydu ve ben en iyi arkadaşımı asla terk etmemiştim.
Bir de Doğukan vardı. Ergenliğimin en cafcaflı günlerindeyken tanışıp son demlerindeyken hala yakın olduğum arkadaşım. Tüm o çıkarların, dedikoduların, imaların çamur gibi etrafa saçıldığı sarı binanın bana en güzel kazancıydı. Ve ben o mükemmeliyetçiliğimle ondan da aynı şeyi beklemiştim. En yakını olmayı, en çok umursanmayı... En yakın kısmında bir sorun olmasa da en çok umursanma konusunda derin problemlerimiz vardı. Kabul etmek gerekirse, kıskanç bir arkadaştım ve en çok beni sevsin istiyordum. Sevgilim varken bu konuya o kadar takılmasam da sınav döneminde Tibet'ten ayrılınca tüm ilgim Doğukan'ın üstüne yıkılmıştı ve ben içinde bulunduğum boşluğu onunla doldurmuştum. Sevgilisi olmadığı için o da bundan pek şikayetçi değildi ama üniversitede eskisi gibi olmanın mümkün olmadığını zor da olsa anlamıştım. Büyümüştük.
"Deniz lütfen ama artık. Menapozlu menapozlu davranma!" Gözlerimi buraya oturduğumuzdan beri beni kesen çocuktan alıp Doğukan'a çevirdim. "Daha yeni tanıdığın insanlar için bana verdiğin sözü bozuyorsun Doğu. Güya bu akşam birlikte takılacaktık."
Bilmem kaçıncı oflamasının ardından ellerini önümüzdeki masanın üzerinde birleştirdi. "Tamam. Haklısın. Ben gerizekalıyım. Ama söz verdim onlara da şehri gezeceğiz diye. Hem sen de gel diyorum gelmiyorsun da. Özür dilerim, seni satmamalıydım, affet beni ama ben de arkadaş edinmeye çalışıyorum."
İlgisizmiş gibi onu dinlerken içimdeki çıkarcı beni ele geçirdi. "Tek özürle mi?" Sırıttı. Beni maddi şeylerle kandıramayacağını bilirdi.
Gönlümü almanın en iyi yolu manevi şeylerdi ve bu tip durumlarda ne yapması gerektiğini en iyi Doğukan bilirdi. Tibet dışında. O ise bu durumlara düşmesine gerek kalmayacak şekilde davranırdı bana. İlgili, sevecen... Dışarıdan görünen serseri ve umursamaz yüzünün aksine bana her zaman gerçek Tibet'i gösterirdi. Benim yanımda kendi gibi olurdu. O her ne kadar "Senin yanında benliğimi kaybedip bambaşka bir adam oluyorum meleğim." dese de biliyordum ki yanımda kendini zorlamıyor ve rol yapmıyordu. Yaklaşık üç yıl sevgili olsak da ben küçüklüğümden beri ona hayrandım. Dokuz yaşındayken kalbimdeki kozaları kelebeğe çeviren adamla ayrılmak beni üzmüştü ama çok da sarsmamıştı. Çünkü hayranlık büyüdükçe yerini sevgiye bırakmıştı ve ben aşkı çok fazla umursamasam da aşık olmadığım birini sevmek yetmemişti. Bu bir çocuğun babasız büyümesi ve annesiyle yetinmesi zorunda kalması gibiydi. Ki ben bunu da yaşamış biri olarak -en azından manevi olarak- daha fazla eksik kalmak istememiş ve ondan ayrılmıştım.
Onu hatırlamak özlediğimi fark ettirince dudaklarımı büzmeden edemedim. Benden bile fazla mutlu olmasını istediğim yegane kişiydi o.
"Yarınki maçımda senin için üç gol atsam?" diyip göz kırpınca bu kez de ben sırıttım. Böyle bir şeyin beni mutlu etmesi tabi ki saçmaydı ama sevinmiştim işte. Doğu lisede kendisinden bu tip şeyler isteyen hayranlarına (!) laf sokar ve onlarla dalga geçerdi. Evet, ben ona ilgi duyan ve hayran bir kız değildim ama başkası için asla yapmayacağı şeyleri bana teklif etmesi hoşuma gidiyordu. Bu da tam olarak umursanmak ile bağlantılıydı. En çok umursanmak...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eksik
Teen FictionHayat sizden bir şeyler alır ve sizi eksik bırakır. Büyüdükçe doldurulacak boşluklar çoğalır, oyuklar derinleşir. Yapmanız gereken, doğru kişiyi bulmak ve... tamamlanmak.