"O gece kocaman, boş bir meydandan geçtim. O geceden sonra kocaman, boş bir meydan kaldı içimde."
Kürşat Başar.Acı, dilsiz bir duyguydu. Sonu gelmez bir arazide, binbir çakıl taşının üzerinde çıplak ayakla yürümek gibi. Önce darbe alan yeri sızlatır sonra usulca çevresine yayılır. İlk anda anlayamazsınız, sızı öyle sinsidir ki darbenin açtığı yarayı hissetmezsiniz bile. Geçeceğine inanırsınız, iyi olacağınıza. Ama geçmez. Zaman geçer ama acı daha da şiddetlenerek hep orada kalır.
Acı sizi ele geçirmek için en savunmasız anınızı kollar. Gardınızın düştüğü, teselli kelimelerinizin cebinizde kalmadığı o anı; yalnızlığı. Çünkü bir insan en çok yalnızken zarar görür, bir insanı en kolay yalnızken ağlatabilirsiniz.
Daha önce acı çekmiştim. Hayat, benim bir gül bahçesinde yetişmeye layık olmadığımı düşünmüş olmalı ki küçüklüğümden beri beni her acıyla tanıştırmıştı. Bazılarının izleri tenimde kaldı, bazılarınınki ise kalbimde. Her şeye rağmen acının zihinde halledilebilir olduğunu düşünen ukala bir yanım vardı. Tıpkı daha iğne olmamış bir çocuğun yersiz korkusu yüzünden ağlaması gibi, acı psikolojik bir virüstü ve ben izin verdiğim ölçüde beni ele geçirebilirdi. Bu yüzden surlarından sayılı duyguların içeri sızabildiği ve dışarı çıkabildiği bir dünya yarattım. Babama duyduğum özlemin göğsümde açtığı o boşluğu ideallerimle yamadım. Kendime hep bir hedef koydum. Ders çalıştım, imkansız olarak gözümde büyüttüğüm ilk aşkımı düşündüm, onun kalbine giden yolu aradım. İçinde baba sevgisi geçen şey bir Türkçe sorusunun paragrafı olsa da okumadım, dinlediğim şarkıları dikte ettim. Öyle ya da böyle kendimi surların dışındakilerden korumayı başardım.
Fakat farkında olmadığım şey hep içime attığımdı. Kendimi dışarıdan korumaya o kadar odaklanmıştım ki çürük yanımı tamamen görmezden geldim. Bu, bir hortumu ortasından bükmek gibi. Su akmaya devam etti, birikti ve en sonunda başta olması gerekenden daha büyük gürültüyle patladı. Onur tam da bu patlama noktasıydı.
Yanından ayrıldığımda bir anlık karar sonucu Doğukan'ı aramış, bana da bilet almasını söylemiştim. Eve nasıl geldiğimin farkında bile değildim, İstanbul'a ilk geldiğim günden beri bitmek bilmeyen yollar iki adım arası mesafeye inmişti sanki. Yatağımın altına sıkıştırdığım bavulumu bez dolabımın önüne fırlattığım an ağlamıyordum. Birkaç kıyafeti düzgün olup olmadığına dikkat etmeden valize koyduğumda da yaşadığım hayal kırıklığına yaslanmış, dik durmayı başarmıştım. Ama dolabın alt kısmında rulo şeklinde duran o bez parçasını gördüğümden beri ağlamak benim için bir seçenek olmaktan çıkmıştı.
Bir zamanlar sevgilisi olan kızın elinden çıkmış resme bakıp ağlamam bile ne kadar acınası olduğumun sözsüz anlatımıydı. Reddedilmenin vakur melodisi kulak zarımı titretmeye devam ettikçe ağlıyordum. Cemal Süreya'nın hüznü taze kabullenişinden izler vardı kalbimde. Onur, benim yıllar sonra bile acı bir tebessümle hatırlayacağım kalp yarası olacaktı. Ne daha fazlası, ne daha azı.
Yere oturup valizi iki bacağımın ortasına çektim. Tamamını doldurmadan, bir haftada anneme ya da ablama muhtaç kalmamı engelleyecek kadar kıyafet aldım. Zaten İzmir'de de giysilerim vardı. Ders çalışmayı umarak notlarımı istiflediğim dosyalarımı da içinde hangi ders olduğuna bakmadan valizin içine fırlatıp fermuarını çektim. Doğukan'ın birkaç parça tişörte ev sahipliği yapan çantasıyla benim içine ne koyduğum hakkında bir fikrim olmayan bavulum büyük ihtimalle el değiştirecekti çünkü Doğukan benden daha güçlüydü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Eksik
Teen FictionHayat sizden bir şeyler alır ve sizi eksik bırakır. Büyüdükçe doldurulacak boşluklar çoğalır, oyuklar derinleşir. Yapmanız gereken, doğru kişiyi bulmak ve... tamamlanmak.